Naci YENGİN
Türkiye’de yerel tarih araştırmalarına ihtiyaç her geçen gün daha da artmaktadır. Ülkemizde düşüncenin, düşünürlerin, şehirlerin, şehirleri mamur edenlerin tarihi ve kültürel dinamikleri yeniden yazılmadan millet ve devletin- coğrafyanın tarihini yazmak mümkün değildir.
Yerel araştırmaların, saha çalışmalarının ulusal ve uluslararası çalışmaların ilk ve en önemli adımı olarak kabul edilir.
Yerel ve bölgesel çalışma yapmak iğneyle kuyu kazmakla eşdeğerdir. Yerel çalışmalar olmadan milli çalışmaların tam anlamıyla olgunlaştığını söylemek zordur. Bu nedenle özellikle üniversite ve bağımsız araştırmacıların saha çalışmalarına daha fazla yönelmeleri beklenir.
Türk Kültür Tarihi bütün boyutlarıyla henüz yazılabilmiş değildir. Böylesine geniş boyutlu bir çalışmayı bir kişinin üstesinden gelmesi de mümkün değildir. Kaldı ki bir kişinin ömrü böyle kapsamlı bir çalışmaya yetmez. Bilinen on bin yıllık Türk Tarihinin ortaya çıkarılması milyonlarca kilometrekare alan içinde coğrafi, sosyo ekonomik, siyasi, kültürel, lengüistik, folklorik, askeri, teknolojik birçok alanda ehil olmayı gerektirir. Bu açıdan bakıldığında Türk Tarihi incelemeleri Türk devletlerinin desteği ve araştırmacıların özverisi oranında gelişir ya da zayıflar. Önümüzdeki süreçte Türk Devletleri Teşkilatının ortak Türk Tarihi çalışmalarına daha fazla destek vermesi beklenir.
Türklerin tarihini yazmak bir anlamda Ön Türklerden bu yana millete yön veren Şaman, Kam, Baksı, Alp, Eren, Alperen, Derviş, Baba, Dede, Pir, Abdal, Gazi… gibi adlandırmalarla milletin gönlünde taht kurmuş öncü, önder şahsiyetlerin tarihini bilmek ve yazmakla başlar. Söz konusu düşünce, ekonomik, siyasi, askeri ve sosyal oluşumlar, tekke, zaviye gibi ekonomik, sosyo kültürel yapıların etrafında şekillenen şahsiyetler Türklerin öncülerinden sayılır.
Türklerin Türkistan bozkırlarındaki hayatlarını takip ederseniz milyonlarca kilometrekarelik alanda yaşayan öncül ve önder şahsiyet ve bu şahsiyetlerin oluşturduğu düşünce okullarının izlerini her coğrafyada rastlamanız mümkündür.
Türk göçlerini takip ederseniz, yeni yurtlara doğru hareketlerinde öncü kuvvet olarak alp, eren ya da “Kolonizatör Türk Dervişi”[1]olarak isimlendirilen şahsiyetlerin etrafında kümelenen, gelişen tasavvuf, tarikat, benzeri yapıları görmek mümkündür.
Abdalan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum teşkilatlarının, Horasan erenlerinin özellikle Anadolu, Balkanlar, Kıbrıs vb. fetihlerinde, bulundukları bölgelerin Türkleşmesindeki rolü tartışılamaz.
Türklerin özellikle Anadolu, Balkanlar, Kıbrıs fetihlerinde askeri harekâtın başarısı kadar sözü edilen dede, baba, derviş, pir, alp, eren… gibi isimlendirmelerle milletin gönlünde taht kurmuş şahsiyetlerin; tarikat, tasavvuf yoluyla Türkistan’dan aldıkları meşaleyi taşıdıkları yerlerin vatan olarak adlandırılması tesadüf değildir. Bölgelerde milli ve dini hassasiyetlerin güçlenmesinde rol oynayan ve Türk’ün ocağının tüttüğü otağların kurulmasında öncüllerin büyük önemi vardır.
Türk ocaklarının tütmesinde ocak kurucuları olan Türk Tasavvuf öncülleri aracılığıyla yurt edinilen topraklar Türk mayasıyla karılmış ve yeni Türk vatan olmuştur.
Ö. Lütfi Barkan tekke ve zaviyelerin Türkün zihnindeki dini fonksiyonlarına ek olarak şu özelliklerine dikkati çeker:
“Anadolu’nun fethi sırasında ilk gaziler ve dervişler bu kurumları kendilerine yer ve yurt edinmek için kurdular. Daha sonraki dönemlerde devlette bunları teşvik etti. Özellikle seyahatin zor olduğu bölgelerde, geçit yerlerinde onlara yeni tekke binası yaptı. Oralar bir tür sınır karakolu görevi üstlendi. Gelen gidene güvenli bir barınma yeri oldu. Fetihten sonra ise, kutsal ziyaret yeri haline geldiler.”[2]
17. yüzyıldan itibaren süre gelen ve son günlerde tekrar gündeme getirilen, aslında hiçbir zaman gündemimizden çıkarmamız gereken konuların başında aklımızı kullanma-Türk anlayışı olan Maturidi anlayışını sıkı sıkıya bağlı kalma anlayışımız olmalıdır.
Türkler genellikle hayat biçimi, dünyaya bakışları ve ideolojik düşünceleri sert, kırılgan insanlar olarak anılmaz ve algılamazlar. Maturidi, Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş, Pir Sultan, Ahi Evran gibi esnek anlayışımızın kökleşmesinde, ruhumuzun derinliklerine işlemesinde etkili olan şahsiyetlerin ortaya koyduğu karakter Türklerin ortak karakteridir. Söz konusu anlayışın tam bir Türk anlayışı olduğunu söylemek mümkündür.
Türk karakterine uymayan, sert, radikal, köktendinci anlayış ve kırılganlıklar, Selefi anlayışlar Türk karakteriyle bağdaşmayan ve içinde radikalleşmeyi, tekelciliği barındıran anlayışlardır. Bu yüzden Türk devletleri ve Türk milletinde uzun süre barınmaları ve kalıcı olmaları mümkün değildir.
Türk Devletleri Teşkilatının kadim Türk anlayışı içine girmiş bulunan Selefi anlayışlardan kurtulmak için yoğun çaba harcaması gerekmektedir. Bunun için Türklerin inanç anlayışı ve sisteminin ortak yönlerini ortaya çıkarmak ve tekrar hatırlatmak gerekecektir.
Türkiye’de ve Türk dünyasındaki radikal anlayışlar her ne kadar ön plandaymış gibi görünse de Türk milletinin mayasında hala Hacı Bektaş, Yunus Emre, Ahi Evran gibi esnek, akla ve kalbe hitap eden önderlerin yeri bir başkadır.
Türkler hala türkülerle, Hoca Ahmet, Hacı Bektaş, Yunus’un hikmetli sözleriyle, türbe ve yatır ziyaretleriyle iman tazelemeye devam ederler. www.tarihistan.org
*Naci YENGİN, Türk Tarihi Bilim Uzmanı, TARSAM (Tarih Stratejik Araştırmalar Merkezi) Başkanı