Karabağ’da can verme sırrına erenler - NİGÂRÎ’nin "Düşermi" gazeli


Prof. Dr. Cemal KURNAZ

Özet:

"Can vermek", Türk kültürünün en yaygın kavramlarından biridir. Türklerin aşk anlayışını yansıtan bu deyim edebiyatımızda geniş bir kullanım alanına sahiptir.

Aşkın kemali canından geçmektir. Aynı zamanda manevi bir yolculuk olarak kurgulanan aşk anlayışında, başlangıçta bülbül istiaresiyle anlatılan âşık, yolun sonunda pervane gibi canından geçerek sevgiliye kavuşur. Bu aşk anlayışının kaynağı Hz. Peygamber’in, "Canından çok sevmedikçe gerçekten sevmiş olmazsın" hadis-i şerifidir. Korkut Ata’nın anlattığı Deli Dumrul hikâyesi, Türklerde bu düşüncenin ne kadar eski olduğunu gösterir.

Vatanı en çok sevenler şehitlerdir. Orhan Şaik Gökyay’ın meşhur şiirinde söylediği üzere, bu vatan "can verme sırrına erenlerin"dir. Türk tarihi bu anlayışın eşsiz örnekleriyle doludur. Karabağ zaferinin aziz şehitleri, bunu bir kez daha gösterdiler.

Ölmeden önce ölme sırrına erişmiş olan arifler de, nefislerini katlederek şehitler gibi müşahede makamına erişirler. Karabağ’ın yetiştirdiği mutasavvıf şair Seyyid Nigârî bu ariflerdendir. Anadolu’daki irşat faaliyetleriyle büyük bir şöhret kazanmış olan Nigârî, Azerbaycan ile Anadolu’nun kültürel ilişkilerini gösteren önemli örneklerden biridir.

Edebiyatımızda "can vermek" deyimini en çok kullanan şair Fuzuli’dir. Fuzuli yolunda şiirler yazan Nigârî de, onun gibi şiirlerinde "can vermek" kavramına sıklıkla yer verir

Biz bu bildirimizde Nigârî’den ve yetiştiği çevreden kısaca söz edip, onun "Cânân dileyen endîşe-i câna düşer mi" mısraıyla başlayan gazelini inceleyeceğiz.

Açıklama yok.

Seyyid Nigârî

Bildirimize konu olan Seyyid Nigârî’nin asıl adı Mir Hamza’dır. Karabağ’da Zengezur kasabasına bağlı Cicimli köyünde doğdu (1805). Ailesi, Hz. Hasan soyundandır. Cicimli Seyyitleri diye anılırlar. Babası, Mir Paşa diye tanınan Rükneddin Efendi’dir. Öğrenimi sırasında desteğini gördüğü Nigar Hanım’a minnettarlığını göstermek üzere Nigârî’yi mahlas olarak aldı.

İlköğrenimini Karabağ’da tamamlayan Mir Hamza, Nakşibendi mürşidi Halit el-Bağdadi’nin halifelerinden İsmail Şirvani (ö.1848)’ye bağlanarak tasavvuf yoluna girdi. [1] Şeyh Şamil’in de mürşidi olan bu zat, Ahıska, Sivas ve Amasya’da faaliyet göstermişti. [2]

Karabağ’da on yıl süreyle irşat faaliyetinde bulunan Nigârî, Rus yönetimi tarafından takip edildiğini anlayınca memleketinden ayrılarak Erzurum’a gitti. 1839’da önce mürşidiyle birlikte gittiği Sivas’ta ve sonra Amasya’da bulundu. Bir ara mürşidinin emriyle hacca gitti. Dönüşte Basra, Bağdat, Şam ve Halep üzerinden İstanbul’a geldi. Kısa süre sonra Amasya’ya döndü. 1841’de yine mürşidinin emriyle annesini ziyaret ve irşat için Karabağ’a gitti. Evlendi. Burada on yıl kaldı. Şöhreti bölgeye yayıldı. Kuzey Kafkasya kökenli Karapapaklar’dan çok sayıda müridi oldu. Bunların toplu göçü sonrasında Anadolu’da Amasya’dan Muş ve Kars’a kadar geniş bir bölgede tanındı. 1853’teki Kırım Savaşı’nda Ruslara karşı Osmanlı saflarında savaştı. 1858-1867 yılları arasında Erzurum’da irşat görevinde bulundu. Ailesini yanına getirtti. Yeniden Amasya’ya döndü ve bir süre sonra Merzifon’a yerleşti (1867).

Nigârî’de Ehl-i Beyt sevgisi çok güçlüdür. Bu husus, sohbetlerine ve şiirlerine de yansımıştır. Onun bu sohbetlerinden rahatsız olan bazı çevrelerin şikâyetleri üzerine 1885’te Harput’a sürgün edildi, bir yıl sonra burada vefat etti. Cenazesi, vasiyetine uyularak Amasya’da defnedildi. [3]

Nigârî, Anadolu’da faaliyet gösteren Azerbaycanlı mutasavvıfların en tanınmışlarındandır. [4]

Fuzuli yolunda bir aşk şairi

Nigârî, Fuzuli yolunda şiirler yazan Melami meşrepli bir aşk şairidir. Aşk, Allah’ın kudretidir. Onu aşk irşat etmiş, aşk ile yokluğa ermiştir.

Nigârî’nin şiirlerinin tamamında Fuzuli’nin ruhu hâkimdir. Onun şiirlerine yazdığı nazireler ve tahmisler dışındaki şiirlerine de daima Fuzuli’nin ruhu eşlik eder. [5] Aşağıdaki beyitler, Fuzuli’nin tanınmış beyitleriyle anlam ilişkisi içindedir:

Cânı cânân dilemiş bes ne nizâ‘ eyleyeyim

Ne senin var dil-i şeydâ günehün vü ne benim (477/3)

Meyl-i cânân itmesün râhat sevüp cân isteyen

Terk-i cân itmek gerekdir vasl-ı cânân isteyen (529/1)

Şu iki beytinde Fuzuli ile olan yakın ilişkisini açıkça dile getirir. Fuzuli’nin tabiatıyla öylesine hemhal olmuştur ki, Karabağ’ı Bağdat’a dönüştürmüştür. Karabağ üzerine öylesine gül kokulu şiirler saçar ki, Bağdatlı âşıklar onu kıskanır:

Ey gönül tab‘-ı Fuzûlî ile hem-kâr oldun

Karabağ kıt‘asını hıtta-i Bağdâd itdin (408/8).

N’ola reşk-âver-i ehl-i dil-i Bağdâd olsam

Beyle güller ki saçar tab‘-ı Karabağ üzre (611/5).

Nigârî’nin şiirleri, Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da halk arasında, zikir meclislerinde bugün de okunmaktadır. [6]

Nigârî’nin Türkçe divanı Tiflis ve İstanbul’da basılmıştır. Yeni harflerle de Muzaffer Akkuş (2001), Azmi Bilgin (2003) ve Kurtuluş Altunbaş (2004) tarafından yayınlanmıştır.

Şairin Farsça Divan’ı ile Çaynâme ve Nigârnâme adında iki mesnevisi de bulunmaktadır. [7]

Karabağ

Nigârî bir Karabağ âşığıdır. Ömrünün büyük bir kısmını memleketinden uzakta geçirdiği için şiirlerinde sık sık Karabağ’dan söz eder. [8] Karabağ köylerinden Karakaş’ı anar. Özellikle uzakta olduğu zamanlarda ailesine ve Karabağ’a olan özlemini dile getirir. [9] Aşağıdaki gazeli yazdığında, sevdiğinin (mürşidinin) Karakaş’ta bulunduğunu, onun elinden vahdet şarabını içip kemale erdiğini öğreniyoruz:

Âbâd olsun o yer zîrâ ki handân olduğum yerdir

Heves-nâk-ı mey-i gülgûn-ı cânân olduğum yerdir

Âbâd olsun Karabağ içre ol yer çünki cânânın

Habîbâne Karakaşına kurbân olduğum yerdir

Âbâd olsun ki bende var hakı gâh u bî-gâhî

Nigâr-ı nâzenîne mest-i mihmân olduğum yerdir

Âbâd olsun dem-â-dem görmesin berbâdlık bir dem

Ki mest-âbâd-ı çeşm-i yâre hayrân olduğum yerdir

Âbâd olsun ki rûy-ı dil-rübâda şems-i mutlakdan

Görüp nûrun ‘alâ nûrin Müselmân olduğum yerdir

Âbâd olsun gözüm zîrâ ki bir dest-i dil-ârâdan

Çekip bâde-i vahdet kâmil insân olduğum yerdir

Âbâd olsun görem ey tab‘ kim ol şâh-ı hûbânın

Hayâlâtıla sûzâne gazel-hân olduğum yerdir

Âbâd olsun ki ey Mîr Nigârî çeşm-i dilberden

Alıp ders-i cünûnu ehl-i irfân olduğum yerdir (G 175)

Can Verme Sırrına Erenler

"Can vermek" Türk şiirinde çok tekrarlanan bir kavramdır. Bir seyr ü sülük yürüyüşü olarak kurgulanan aşk sistematiğinde, başlangıcında bülbül istiaresiyle tanımlanan âşık, yolculuğun sonunda pervaneleşerek sevgiliye vuslata layık hale gelir. Bu kavram Türk edebiyatında türkülerden hikâyelere kadar yaygın bir kullanım alanına sahiptir. [10]

Türk kültüründe can verme motifinin kaynağı Dede Korkut Hikâyelerichr("39")ne kadar gider. Azrail, Deli Dumrulchr("39")a kendi canı yerine başka bir can bulduğu takdirde onun canını almayacağını söyler. Anne ve babası, can kıymetli deyip vermeye razı olmazlar. Eşi, "Senin ol muhannet anan baban, bir canda ne var ki sana kıyamamışlar. (….) Benim canım senin canına kurban olsun" [11] diyerek canını vermeye razı olur. Bu durum Ulu Tanrıchr("39")ya hoş gelir, onlara uzun ömür bağışlar. Bu hikâye, Türk ailesinin muhabbet ve sadakat üzere temelinin atıldığı bir metindir.

Türk milleti âşık millettir. Allah’ını, Peygamber’ini canından çok sever, onun yolunda her şeyini feda eder. Orhan Şaik Gökyay, Bu Vatan Kimin şiirinde, bu soruya, "Can verme sırrına erenlerindir" diye cevap verir. Demek ki vatanı en çok sevenler şehitlerdir. Son nefeslerinde, gözlerindeki perde açılarak makamlarını müşahede eden şehitler, acı çekmek bir yana, olağanüstü bir zevke gark olurlar. Onlar, Hz. Peygamber’in, "Canından çok sevmedikçe gerçekten sevmiş olmazsın" sözüne muhatap olan gerçek âşıklardır. Karabağ zaferinin aziz şehitleri, bu sırra erenlerin son örneğidir.

Cennette cemalullahı seyretme zevkine erişecek olan müminler, bir an bile oradan ayrılmak istemeyeceklerdir. Sadece şehitlerdir ki, "Rabbimiz, bizi yeniden dünyaya indir, senin uğrunda tekrar tekrar can verme zevkini tadalım" diyeceklerdir. Fuzuli, "Min cân olaydı kâş men-i dil-şikestede/Tâ her biriyle bir kez olaydım fedâ sana" diyerek bu hususa işaret eder.

Can, insanın maddî benliğini ifade eder. Dünyevi acıları çeken bu maddî benliktir. O, sevgili ile âşık arasında bir engeldir. Gönlü daima mâsivâya, dünya ile ilgili arzulara doğru çeker. Bu bakımdan can ile gönül, mecaz ile hakikat arasında gidip gelen bir mücadele içindedir.

Maddî benlik (yani can), vuslat için öncelikli ve gereklidir. Can, bedenlenmek suretiyle aşkı tanır ve onun yardımıyla irfan sahibi olur. Dolayısıyla can, cânânı tanımak ve sevmek için gerekli bir araçtır. Ancak, âşık candan soyunmadıkça sevgiliye vuslat edemez. Gerçek idrak merkezi olan gönülden canın istekleri çıkarılınca, âşık mâsivâdan arınır, ölmeden önce ölme sırrına erer. Buna tasavvufta fenâ fillah denir. [12] Ölmeden önce ölme sırrına eren ârifler de, nefislerinin katilleri olarak şehitler gibi müşahede makamına erişirler. Onlar, "Allah yolunda ölenlere ölü demeyiniz" müjdesine muhatap olanlardır. Bu sırra ermiş olan âriflerden biri de Seyyid Nigârî’dir.

*

Can vermek, iki anlamlı bir deyimdir. Birincisi ölmek, ikincisi ise diriltmektir. Azerbaycan’ın yiğit evlatları, can vermenin son muhteşem örneğini, tarih boyunca olduğu gibi, Karabağ’da bütün dünyaya gösterdiler. Canlarını vererek, Karabağ’ı ebedi olarak dirilttiler.

Karabağ zaferi bütün Türk dünyasında büyük sevince yol açtı. Ben de o günlerde, bu tarihi olaya tanıklık etmek üzere bir şiir yazmıştım. Değerli Meslektaşım Dr. Xəyalə Zərrabqızı’nın Azerbaycan Türkçesine uyarladığı şekliyle okumak istiyorum. Karabağ Şikestesi, "Karabağ’da talan var" diyor. Ben onu "şölen var" diye söyledim:

"Qarabağda şölən var"

Azərbaycan! İgidlərin sağ olsun!

Qarabağım, qara bəxtin ağ olsun!

Qarabağda şölən var, dünya duysun,

Bundan sonra dağ üstündə bağ olsun!

Xarıbülbül ürəklərdə açılsın,

Dörd yanımız bağça olsun, bağ olsun!

Qızlarımın hər biri bir şahzadə,

İgidimin hər biri bir bəy olsun!

Azərbaycan! Düşmənlərin yox olsun!

Sevənlərin-sayanların çox olsun!

Bayrağımız yerə-göyə sığmasın,

Yer üzündə yepyeni bir çağ olsun!

Türk elləri zəncir təkin birləşsin,

Əbədiyyən qopmayacaq bağ olsun! [13]

24 yanvar 2021-ci il

Nigârî’nin "Düşer mi" Redifli Gazeli

Karabağ’ın yetiştirdiği âriflerden ve Fuzuli takipçilerinden olan Seyyid Mir Hamza Nigârî, şiirlerinde onun gibi can verme deyimine sıklıkla yer verir. [14]

Nigârî’nin üzerinde duracağımız "düşer mi" redifli gazeli (G 636), "can verme" konusunda söylenmiş en güzel şiirlerden biridir. [15]

Cânân dileyen dağdağa-i câna düşer mi?

Cân isteyen endîşe-i cânâna düşer mi?

"Sevgiliye kavuşmak isteyen âşık, canı için telaşlanır mı? Canını önemseyen kişi, sevgiliye yönelir mi?"

Sevgiliye kavuşmak ancak canından geçmekle mümkün olur. Bundan dolayı, canı tatlı kişiler aşk yoluna giremezler. Canına kıyamayanlar boşuna heveslenip sevgiliye gönül vermesin. Bu beyit, Fuzuli’nin şu beyti ile aynı anlamı ifade eder:

Âşık oldur ki kılur cânın fedâ cânânına

Meyl-i cânân etmesin her kim ki kıymaz cânına

Girdik reh-i sevdâya cünûnuz, bize nâmus

Lâzım değil ey dil ki bu iş şâna düşer mi?

"Biz aşk yoluna girmiş mecnunuz. Ey gönül, bize namus gerekmez. Aşk işi ile şan şeref bir arada olur mu?"

Nigârî, melamet neşesine sahip bir mutasavvıftır. Burada anlatılan bir melamet halidir. Âşık, aşk yolunda her türlü kınanmayı göze almak zorundadır. Ar u namus şişesini taşa çalmadan sevgiliye kavuşmak mümkün olmaz.

Âvâre-i Leylâ nazar etmez dü serâya

Gâile-i ağyâr cünûnâna düşer mi?

"Leyla’nın âşıkları, ikiliğe meyletmez. Rakibin yapıp ettiklerine aldırmak, aşk yolunun mecnunlarına yakışır mı?"

Deli divane âşık olanlar sadece sevgiliye odaklanırlar. Onun dışındakilerin yapıp ettikleri umurlarında olmaz.

Almaz dile din bahsini meyhâre-i sevdâ

Aşka girişen mebhas-ı îmâna düşer mi?

"Sevda sarhoşları, din konusunu dillerine almazlar. Aşka girişen kişi iman meselesiyle ilgilenir mi?"

Fuzuli’nin de bu beyitle anlam ilişkisi olan bir beyti vardır. Fuzuli, Leyla ve Mecnun mesnevisinde Leyla’ya şunları söyletir: Hamdolsun akıl, sabır, dil, din hepsi gitti; ağırlıklarımdan kurtulmuş, hafiflemiş olarak sevda sahiline doğru hızla yol almaktayım.

Akl u sabr u dil ü dîn gitdi bihamdillah kim

Sefer-i sâhil-i sevdâya sebük-bâr olubam

Aşk, âşığı bütün bağlarından kurtarır, özgürleştirir. Dinî yükümlülükler akıl sahipleri için geçerlidir. Akıl gidince, din de gider, sorumluluk da. Esasen, akıl, ip veya bağ anlamına gelen chr("39")ikâl sözünden türemiştir. Buradan anladığımıza göre, Leyla da Kays gibimecnunolmuştur. Dünyaya ait bağlarını kopararak, aşka yükselmiştir. [16]

Ey dil, seni cânâna fedâ eyledik evvel

Âhir bu çekiş böyle bu kurbâna düşer mi?

"Ey gönül, seni önceden sevgiliye feda eylemişken, sonradan böyle çekişmek, böyle bu kurbana yakışıyor mu?"

Aşk, mutlak teslimiyet ister. Bunun dindeki karşılığı kurban olmaktır. Kurbiyyet, yakınlık ancak bu şekilde gerçekleşir. Aşkın kemali pervane gibi, sessizce aşk ateşinde yanıp kül olmaktır. Kurban olmak, benliğinden çıkmaktır. Kendiliği kalmayan kişinin başkalarıyla kavga etmesi mümkün olmaz. Kavga ediyorsa, henüz benlikten kurtulmamış demektir. Fuzuli’nin "ger belâ-yı aşk ile hoşnûd isen gavgâ nedür" ifadesi bu durumu anlatır.

Çek zahmeti ey dil tel-i tarrâra dolaştın

Râhat dileyen zülf-i perîşâna düşer mi?

"Çek zahmeti ey gönül, dolandırıcı zülfe dolaştın. Rahat isteyen kişi, sevgilinin zülfüne âşık olur mu?"

Zülfün özelliği, sevgilinin yüzüne, boynuna dolanmasıdır. Bu özellik dolayısıyla onun dolandırıcı olduğu söylenir; gönül çalan bir yankesici, bir hırsız gibi tasavvur edilir. Perişan kelimesi zülfün dağınıklığını anlatması yanında, "şanı peri gibi güzel" anlamında tevriyeli kullanılır.

Feryâd-ı hezârım heme dem ânın içindir

Ân olmasa erbâb-ı dil efgâna düşer mi?

"Bülbül gibi binlerce feryadım daima onun içindir. Sevgilinin güzelliği olmasa, âşıklar onca feryat eder mi?"

"Ân" kelimesi güzellik anlamındadır, "genellikle hüsn ü ân" şeklinde kullanılır. "Ânın içündür" sözü, hem "onun içindir" hem de "senin yüzünün güzelliği içindir" anlamında cinaslı kullanılmıştır. "Hezâr" kelimesi de hem bülbül hem de bin demektir. Âşık, bülbül gibi binlerce feryat etmektedir.

Bî-perde gözüm gördü yüzün, eyleme nâziş

Nâz eylemek ey büt, gül-i handâna düşer mi?

"Ey sevgili, gözüm gerçek yüzünü gördü, gel naz etme. Naz eylemek ey put gibi güzel sevgili, senin gibi bir gül-i handana yakışır mı?"

Ey Mîr Nigârî talep et kâm-ı azîzin

Elbette verir, buhl keremkâna düşer mi?

"Ey Mir Nigârî, mürşidinden hoşnutluk iste. Elbette verir; cimrilik öyle cömert birine yakışır mı?"

Buhl ve kerem zıt kavramlardır. Cömertliği ile bilinen sevgili, isteyen âşıklarına, onları hoşnut edecek lütufta bulunacaktır. Şair, bu konuda emindir, umutludur.

Şiirde baştan sona söz konusu edilen sevgilinin tasavvufi olduğu, mürşid-i kâmil yerinde kullanıldığı hatırdan çıkarılmamalıdır.

Sonuç

Seyyid Nigârî, Fuzuli yolunda şiirler söyleyen bir mutasavvıftır. O da şiirlerinde Fuzuli gibi aşkın kemalinin can vermek olduğunu tekrarlar. Can vermek, Şeyh Galib’in "Sen yoksun o benlikler vehm ü gümânındır" dediği üzere, kendi benliğinin bir vehim, bir yanılsama olduğunu anlayarak vahdet-i vücudu idrak etmektir.

Nigârî, şiirlerinde çokça tekrarladığı can vermek kavramını "düşer mi" redifli gazelinde çeşitli yönleriyle ele almıştır. Şiir, istifham cümleleriyle vurgulandığı üzere "düşmek" redifi üzerine kurgulanmıştır. Bilindiği üzere istifhamda sorulan sorulara cevap beklenmez; cevap bizzat sorunun içindedir. Bu sebeple, "düşer mi" sözünü "düşmez" şeklinde anlamamız gerekir.

Düşmek kelimesi, Türkçenin anlam zenginliği gösteren kelimelerdendir. "Düşer mi" sözü, ilk anlamı yanında yakışır mı, layık mı, aldırış eder mi, yönelir mi, âşık olur mu gibi anlamlarda kullanılmıştır.

Nigârî bu gazelinde hem tasavvufun hem de Türkçenin inceliklerini maharetle ortaya koymuştur.


*Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Anabilim Dalı [email protected]

[1]Şu dörtlükte şeyhinden söz eder: Çâker eylemiş kim seni bir şâhid/Hâsıl olmuş sana ülfet-i câvid/Şükr eyle kim buldun devlet-i Hâlid/Ey deli dil ey bende-i İsmâil (XXIII/2). "Bende düşdün ey Nigârî çekme gam/Hall eyler bendi Şâh Nakşibend" beytinde yolun pirini anar (135/7. Ayrıca bk. G 656). Şirvanlı el-Hac Yusuf Ziya Efendi, Nigârî’den "gulâm-ı Nakşibendî Mîr Hamza" diye söz eder (843/5).

Bu bildiride verilen örnekler Azmi Bilgin’in yayınladığı Nigârî Divanı’ndan alınmıştır: Bilgin 2003. Rakamlardan ilki şiir, ikincisi beyit veya bent numarasını göstermektedir.

[2]Şu beyitte, Şeyh Şamil’den söz eder: Merd-i merdâne o kaplan-sıfat Moskof ilen/Eylemek ceng ü cidâl şîr-i Dağıstân’a düşer (201/10).

[3]Son yıllarda Türkiye ve Azerbaycan’da Nigârî ve eserlerini konu alan çok sayıda bilimsel yayın yapılmıştır. Biz onunla ilgili bilgilerin bir özetini vermekle yetindik. Şimdilik bk. Bilgin 2007: 85-87; Bayram 2014.

[4]Türkiye ve Azerbaycan’ın tasavvufi ilişkileri hakkında bk. Aydınlı 2017: 86-99.

[5]Hakverdioğlu 2012: 189-226; Sona 2017: 596-607.

[6]Ben, onun adını duymazdan önce, bildirime konu olan gazelini 1995’te Uşak’ta Merhum Hafız Abdullah Tez’den dinlemiştim. Sonraları kim olduğunu araştırma ihtiyacı duydum. Tiflis baskısı divanı elime geçince öğrencilerime mezuniyet tezi olarak hazırlattım.

[7]Bilgin 2007: 85-87; Bayram 2014.

[8]Akkuş 2012: 247-253; Abdullazade 2012: 265-270.

[9]"Der Beyân-ı Menkabet-i Gülgeşt-i Vilâyet-i Karabağ" başlıklı şiiri (Bilgin 2003: 313-314); Karabağ vasfında bentlerin yer aldığı Terci’/826, VII, VIII, IX, XIV) ve şiirlere serpiştirilmiş olan birçok beyit buna örnek verilebilir (XI/316, 161/7, 208/5, 242/4, 408/8, 611/5, 568/9, 570/2, 602/1, 615/7, 637/6, 667/9, 668/3, 826/I).

[10]Kurnaz 2011a: s. 63-70.

[11]Kaplan 1976: 49-50.

[12]Kurnaz 2011: 37.

[13]https://turkustan.az/news.php?id=14968;https://www.tezadlar.az/index.php/video-news/culture/7003-qaraba%C4%9Fda-%C5%9F%C3%B6l%C9%99n-var.html23 March 2022.

[14]Can vermek (can nisâr eylemek, can kurban eylemek, can teslim etmek, canından geçmek, terk-i can etmek) kavramıyla ilgili diğer beyitler için bk. G 30, 33/5, 9, 10, 44/1, 82/3, 138/5, 284/2, 285/5, 292/5, 294/3, 295/5, 313/1, 319/7, 321/6, 324/1, 7, 348/2, 353/9, 382/7, 397/8, 401/8, 402/5, 406/5, 409/1, 7, 414/1, 433/6, 434/3, 446/2, 447/1, 452/6, 477/3, 479/5, 486/5, 496/3, 504/5, 519/5, 529/1, 533/1, 539/9, 542/1, 2, 554/3, 555/2, 560/5, 574/7, 580/3, 586/15, 591/4, 593/4, 605/3, 609/5, 617/2, 641/4, 643/3, 650/7, 651/9, 659/12, 660/8, 666/7, 676/6, 689/5, 691/1, 696/2, 699/11, 708/1, 717/1, 718/4, 722/2, 725/4, 739/5, 743/2, 805/1, 811/2, 815/10, 816/8, 16, 819/VII-6, VIII-1, XI-4, 7, 8, XVII-1,821/IV-3, 4,824/I-6, 830/IV-2.

[15]G 636. Nigârî’nin "düşer mi" redifli bir gazeli daha vardır (G 634). "Düşmek" kelimesinin zengin çağrışımlarını göstermesi bakımından, bunlara ilave olarak "düşer" redifli iki (G 201, G 251), "düşersin" redifli bir gazelinin bulunduğunu da belirtelim (G 517). "Yakışmaz" redifli gazeli de bunlarla ilişkilendirilebilir (G 284).

[16]Kurnaz 2011a: 71.

Kaynaklar

Abdullazade, Nazile (2012): "Mir Hamza Nigârî Poeziyasında Qarabağ Mövzusu", I. Beynelhalk Hamza Nigârî Sempozyumu, Amasya, C. I, 31 Mayıs-1 Haziran 2012, Amasya, s. 265-270.

Akkuş, Muzaffer (2001): Seyyid Hamza Nigârî Divanı, Niğde Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Yayını.

Akkuş, Muzaffer (2012): "Seyyid Mir Hamza Nigârî’nin Düşünceleri ve Divanında Karabağ", I. Beynelhalk Hamza Nigârî Sempozyumu, Amasya, C. I, s. 247-253.

Aydınlı, Osman (2017): "Bursalı Mehmet Tahir’in Osmanlı Müellifleri Eserine Göre Türkiye-Azerbaycan Her İki Coğrafyada Faaliyet Gösteren Mutasavvıflar", III. Beynelhalk Hamza Nigârî Türk Dünyası Medeni İrsi Simpoziumu, 17-18 Mayıs 2017, Şamahı, Azerbaycan, s. 86-99.

Bayram, Pervane (2014): "Nigârî, Mîr Seyyid Hamza",http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/Nigârî-seyyid-mir-hamza.

Bilgin, Azmi (2003): Divan-ı Seyyid Nigârî, İstanbul.

Bilgin, Azmi (2007): "Nigârî", TDVİA, C. 33, s. 85-87.

Hakverdioğlu, Metin (2012): "Mir Hamza Nigârî’nin Fuzulî’ye Nazireleri", I. Beynelhalk Hamza Nigârî Sempozyumu, Amasya, C. I, s. 189-226.

Kaplan, Mehmet (1985): Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3: Tip Tahlilleri, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Kurnaz, Cemal (2011): Gazeller Arasında, Ankara.

Kurnaz, Cemal (2011a): Divan Edebiyatı ve Türk Kimliği, Ankara.

Sona, Fatih (2017): "Seyyid Hamza Nigârî’nin Fuzuli’ye Yazdığı Tahmisler", III. Beynelhalk Hamza Nigârî Türk Dünyası Medeni İrsi Simpoziumu, s. 596-607.


MANŞET XƏBƏRLƏRİ