Tercüman-ı Hakikat ve Saadet gazetelerinde Azerbaycan şairleri


Prof. Dr. Yaşar AYDEMİR

On dokuzuncu yüzyıl, Fransız ihtilali sonrasında toplumsal hareketliliğin arttığı; daha çok farklı etnik kimlik ve dini yapılardan oluşan devletlerin iç huzursuzluklarının baş gösterdiği ve buna bağlı olarak devlet ve millet mefhumlarının yeniden şekillenmeye başladığı, fikir hareketlerinin arttığı ve çatışmaların hızlandığı bir dönemdir.

Devlet-i Âliyechr("39")de, Türk ve İslam dünyasında da fikir hareketleri, iç ve dış hareketlilikler; çatışmalar, bölünmeler, bütünlüğü korumaya yönelik çalışmalar, eğitim-öğretime dair çabalar; yeni okulların açılması, eğitim müfredatının günün şartlarına göre güncellenmesi gibi hareketlilikler yaşanmıştır. Müslümanların azınlığa düştüğü veya toprakları işgal edilen yerlerde farklı isimlerle birlikler kurulmuştur. "Ermeni katliâm ve saldırılarına karşı Kafkasyachr("39")daki Müslümanlar, mal ve canlarını korumak için faaliyetlerde bulunmak üzere Tiflis, Bakü, Şuşa, Nuha, Demirhan gibi önemli merkezlerde gizli cemiyetler teşkil etmişlerdir. Bunlardan en önemlisi 1905chr("39")de Ağaoğlu Ahmed ve arkadaşlarının kurmuş olduğu Difa‘î Cemiyeti adlı gizli cemiyettir" (Binark vd, 1993: 5). Bu cemiyetlerin kendi içlerindeki birliktelikleri yanında Osmanlı Devletiyle de değişik düzeyde ilişkileri vardır. Bu ilişkilerin bir cephesini de eğitim-öğretim oluşturmuştur.

Osmanlı Belgelerine yansıyan Difa’î cemiyetinin faaliyetlerinden birisi de "Kafkas Türklerinin Farsça yerine Türkçechr("39")yi kullanmalarını sağlamak, medreselerde okutulan kitapları Osmanlı Türkçesiyle telif ettirmek, mekteplerde Osmanlı eğitim programlarının aynen tatbikini sağlamak, Kafkas Türkleri hakkında Arapça, Türkçe Farsça ve Kürtçe lisanlarına vâkıf Ermeniler tarafından Kafkas Müslümanlarına yönelik yapılacak muzır neşriyata karşı reddiyeler neşretmek, Bâbîlerin Kafkasyachr("39")ya gelmelerine engel olmak, İstanbulchr("39")dan muallim ve müderris tedarik etmek, tefsir ve hadis kitaplarının Türkçe neşrini sağlamak gibi gayelerle Baküchr("39")de General Zeynel Abidin Takiyof ve arkadaşları tarafından Neşr-i Ma‘ârif-i Umûr-ı Hayriyye Cem‘iyyât-ı İslâmiyye programıdır (Binark 1993: 6). Bu çerçevede Rusya Müslümanlarının yardım isteklerini iletmek üzere "Neşr-i Maârif-i Umûr-ı Hayriyye Cem‘iyyet-i İslâmiyye" adına Tâlibzâde Yusuf Efendichr("39")nin İstanbulchr("39")a geldiği bir sadaret tezkiresinden (1325/15 Ağustos 1907) anlaşılmaktadır (Binark vd, 1993: 206-207).

İlgili tezkerede talepler maddeler halinde sıralanmıştır. Ceneral Takiyofchr("39")un telif ettirip bastırdığı üç ciltten oluşan Keşfüchr("39")l-Hakâ’ik isimli Türkçe tefsirin Müminlerin emirine arz ve takdiminin de olduğu bu taleplerin ne ölçüde yerine getirildiği, akıbetinin ne olduğu gibi hususlar başka çalışmaların konusu olacak boyuttadır. Ancak Muallim Nacîchr("39")nin Tercümân-ı Hakîkat ve Saadet Gazetelerinde idare ettiği edebiyat sütununda şiirlerini yayınladığı isimlerden bir kısmı İstanbul dışından; Saraybosnachr("39")dan Üskübchr("39")e, Halepchr("39")den İskeçechr("39")ye, Karabağchr("39")dan Dağıstanchr("39")a kadar geniş bir coğrafyadan İstanbul, İzmir, Bursa gibi illere eğitim amaçlı gelen öğrencilerdir. Fatih Medresesichr("39")nde, Daruchr("39")l-Muallimînchr("39")de eğitim gören bu isimlerin şairlik kabiliyetlerinin de olduğu, Muallim Nâcîchr("39")nin şiir heveslisi, istikbal vadeden bu gençleri teşvik ettiği anlaşılmaktadır.

Muallim Nacî, dönemi fikir hareketleri ve edebî anlayışları içerisinde geleneğin devamından yana olanlar arasındaki bir isimdir. Devrinde sıfatının hakkını vermiş olan Nacî, önce Tercümân-ı Hakîkat Gazetesinde sonra da Saadet Gazetesinde "Kısm-ı Edebî" sütununda kendi yazıları yanında genç ve yetenekli isimlerin yazılarına, çevirilerine ve şiirlerine yer vermiştir. Özellikle genç şairlerin şiirlerini tenkit süzgecinden geçirmiş, yapıcı eleştirileriyle muhataplarının edebî gelişimine katkıda bulunmuştur.

Söz konusu isimlerin içerisinde edebiyat tarihi kayıtlarına girmemiş, gazete köşelerinde şiirleri kalmış birçok genç şiir heveslisi ve şair bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı bugün Azerbaycan ve Dağıstan sınırları içerisinde kalan bölgelerdendir. İlgili bölgelerden gelen ve şiirleri yayımlanan isimlerin genel olarak gazetede verilen künye bilgileri dışında haklarında bilgimiz yoktur. Adı geçen isimlerin çoğunun eğitim hayatı bittikten sonra memleketlerine dönüp dönmediği hususunda da bilgi sahibi değiliz.

Araştırmalarımız çerçevesinde Tercümân-ı Hakîkat ve Saadet gazetelerinde şiirleri yayımlanan 8 isim tespit ettik. Bu isimler Karabağ, Şirvan ve Dağıstan künyesiyle kayda geçmiştir. Şiiri yayımlanan isimlerin 5’i Şirvanlı, 2’si Dağıstanlı, 1’i de Karabağlıdır.

Bilinen tarihi boyunca hem ticaret hem de kültür merkezi olan Şirvan, birden fazla medeniyete ev sahipliği yapmış bir bölgedir. VII. Yüzyılın ortalarından itibaren İslam ile tanışan bölge uzun süre Şirvanşahlar tarafından yönetilmiştir (Aydın, 2010: 204). Şah Tahmasib’ın 1538’de Şirvanşahlar hâkimiyetine son vererek Şirvan’ı Safavî Devletinin bir eyaleti haline getirmesinden sonra idare ile halk arasındaki uyuşmazlık 1578 yılında Şirvan’ın Osmanlı idaresine geçmesini sağlamıştır (Aydın, 2010: 204). 1607 yılında Şah Abbas ile bölge yeniden Safevî idaresine geçmiştir(Aydın, 2010: 205). Takip eden asırlarda Fars, Osmanlı ve Rus etkisindeki mücadelelere sahne olan Şirvan bugün Azerbaycan devletinin bir parçası durumundadır. Gerek coğrafi konumu, gerek nüfus hareketliliği, gerekse ticaret ve kültür merkezi pozisyonuyla Şirvan birçok bilim ve kültür adamının yetiştiği yer olmuştur. Şirvanlı olup edebiyat tarihinde kaydı bulunan Tuhfe-i Nâilî’de 7, TEİS projesinde 11, her iki kaynaktan aynı isimler çıkarıldıktan sonra ise 14 şair vardır (Tuman, 1999:2-63; TEİS: 2022).

Tercümân-ı Hakîkat ve Saadet Gazetelerinde Şirvanlı gösterilen 5 şairden ilki Şirvanlı Ali Nazmî’dir. Ali Nazmî’nin Tercümân-ı Hakîkat’de 2, Saadet Gazetesinde 27 şiiri bulunmaktadır. Ali Nazmî, gazetelere gönderdiği şiirlerde genellikle "Fatih Talebesinden Şirvanlı Ali Nazmî" künyesini kullanmıştır. Saadet Gazetesi’ne gönderdiği;

Dâğ dâğ olmuş sitemlerden gönül hep yâredir

Nâvek-i cânâna dûş olmuş ciğer sad pâredir

Matlalı bir şiirine Muallim Nacî’nin Saadet adına yazdığı satırlar hayli sitayişkârdır. "Talebe-i ‘ulûm efendiler arasında böyle Fuzûliyâne denilecek derecede değerli eş‘âr inşâsına muktedir zevât-ı kirâm dahi bulunduğı anlaşıldıkça memnun olmamak kâbil olamıyor." (Saadet, 8 Mart 1886/2 Cemaziyülâhır). Söz konusu gazelinin onun şairlik istidanın göstergesi olduğunu belirten Nacî, Osmanlı edebiyatıyla ilgisinin devamı halinde Ali Nazmî’nin talebe arasında tanınan bir kişi olacağını, asıl vazifesi olan tahsilinin hakkını verirse de her yönden hürmet göreceğini belirtir (Saadet, 8 Mart 1886/2 Cemaziyülâhır).

Saadet Gazetesinin 30 Mart 1887 tarihli 679 sayılı nüshasında Şirvanî Nazmî Efendi serlevhasıyla yayımlanan bir şiiri "Medâyih-i Celîle-i Hazret-i Pâdişâhîyi mutazammın olarak Fatih Talebe-i Ulûmı mütehayyizlerinden Şirvanlı Nazmî Efendi tarafından nazm edilmiştir." duyurusuyla takdim edilmiştir:

Kalb u cân u rûhdur ‘Abdülhamîd Hân ‘âleme

Gelmemiş gelmez dahi bir böyle sultân ‘âleme

Ali Nazmî’nin bazen de aynı sayıda birden fazla şiiri yayımlanmıştır (Saadet, 687, 9 Nisan 1887; Saadet, 692, 14 Nisan 1887; Saadet, 704, 28 Nisan 1887; Saadet, 671, 21 Mart 1887).

Ali Nazmî’nin ilgili gazetelerde yayımlanan şiirlerinin büyük bir kısmı gazel nazım şekliyle olmakla birlikte Rubai tarzında yazdığı 3 şiiri de vardır:

Her emrine ihtimâm idüp âgâh ol

Ber-vakf-ı hazret-i Allah ol

Sachr("39")y eyle inân u ihtiyâr elde iken

Tahsîl-i kemâl eyle fazîlet-hâh ol(Saadet, 726, 24 Mayıs 1887).

Tahsil hayatını devam ettiren Ali Nazmî’nin bir şiiri onun ilim talebindeki gayret ve samimiyetini gösterir niteliktedir:

Meârifle olur dâim cihânda i’tilâ peydâ

Meârifle olur âlemde şer’-i Mustafâ peydâ

Meârif zînet-efzâ-yı cemâl-i mülk-i milletdir

Meârifle olur ancak kemâl-i ihtidâ peydâ

Meârif sâhibin cümle cihânda ser-firâz eyler

Meârifle olur taklîdden kesb-i rehâ peydâ

Hakîkatda Hudâ bi’l-vâsıta Kur’ân’a hâdîdir

Cenâb-ı fahr-i âlemle olur nûr-ı Hudâ peydâ

O kim şer’-i şerîf-i Mustafâ’yı ihtiyâr eyler

Olur mülk-i zamîrinde şürû’-ı ıstıfâ peydâ

Hısâl-i hûb ile mevsûf olan tevfîka mazhardır

Nihâd-ı hûb ile elbet olur nûr-ı safâ peydâ(Saadet, 969, 7 Mart 1888).

Ali Nazmî’nin takdiminde veya şiirlerini değerlendirmede kendisine "Fâtih Ezkiyâ Talebesinden Şirvânî Nazmî Efendi"; "Fâtih Müsta‘idân talebesinden Şirvânî Ali Nazmî Efendi" gibi sıfatlardan yararlanıldığı görülür (Saadet, 982, 3 Nisan 1887; 969, 7 Mart 1888; 973 12 Mart 1888).

Muallim Nacî’nin övgülerine mazhar olan Şirvanlı Ali Nazmî’nin eğitim hayatına ve sonrasına dair net bilgiler olmamakla birlikte bu yönüne ışık tutacak birtakım bilgi kırıntıları vardır. Şiirlerini topladığı ve 1306/1888-89’da İstanbul’da Mahmut Bey Matbaasında bastırdığı divançesinin girişinde şiir serüvenine dair bilgi verirken söylediği cümleler onun hem şiir serüvenine hem de hayatına dair ipuçları taşır."… Evvelce inşâd etmiş olduğum birçok şiir parçalarını yakdım. Bazı rengîn ve parlak olanlarını hıfz eylemiş isem de İstanbul’a geldikten sonra her birinde birer gûne şîve-i lisâna muhâlif nakîsa bulduğumdan umûmını mahv u perîşân eyledim. Bir iki sene sonra ki hâl-i hâzırdan altı sene mukaddemdir, gazetelerde şiirler manzumeler görmekle benim de tekrar meleke-i asliyem ve hissiyât-ı tabîiyem teheyyüç eyledi.

Bilâ ihtiyâr denilecek derecede bir gazel inşâ edip Tercümân-ı Hakîkat’e gönderdim. En evvel göndermiş olduğum "Mihnet-zede çünkim bozulur lâne-i kalbim / Mümkün mi ki machr("39")mûr ola vîrâne-i kalbim" matla’lı gazeli Muallim Nacî Efendi tarafından ol kadar mazhar-ı sitâyiş oldı ki gazeli benim zâde-i tab’ım olduğına inanamayacağım geldi."(Nazmî, 1306: 4). Ali Nazmî’nin kitabının basılma tarihi ve verdiği yıllar dikkate alındığı ve İstanbul’a eğitim amaçlı geldiği hesaba katıldığında Ali Nazmî’nin 1880’li yılların başında İstanbul’a geldiği çıkarımı yapılabilir. Yine aynı girişin devamındaki "sebeb-i ilm ü irfânım bâdi-i zevk-i vicdânum ve’l-hâleti hazihi mültekatü semeret-i tedrîs olduğum meşhûr âfâk u ma’rûf havâs u avâm fazîletlü hâce el-hâc Hâfız Şâkir Efendi Hazretlerinden üç sene mukaddem hengâm-ı ta’tîlde Makâmât-ı Harîrî okuduğum esnada sen biraz Hacı İbrâhim Efendi’den ta’lîm-i şi’r ü kitâbet eyle demesi üzerine zâten şiirle iştigâli bulunan tabîatım serbestlik peydâ ederek Fuzûlî’niñ "tabîat-ı şöhre-i şehr olmağa meyl-i tamâm etdi" dediği vech üzre bizim de tabîatimiz mâil-i eş’âr u iştihâr oldı. Ve hayli zaman Saadet Gazetesinde neşr-i âsâr etmekde bulundum…." (Nazmî, 1306: 5). Cümlelerinden ilm tahsil ettiği ve kendisinden Makâmât-ı Harîrî okuduğu hocasının Hâfız Şakir Efendi olduğunu, onun yönlendirmesiyle de şiir ve kitabete dair bilgileri Hacı İbrahim Efendiden aldığını öğreniyoruz. Hulusî Eren’in Ali Nazmî’nin torunu Ali Nazmi Çora’dan aktardığına göre, şair Ali Nazmî Dağıstan’dan gelmiş, annesi Şirvanlı olduğu için de Şirvânî olarak anılmıştır. Darü’l-Fünûn-ı Şâhâne’de dersler vermiş, padişaha namaz hocası olarak görevlendirilmiş ancak daha sonra gözden düşerek saraydan uzaklaştırılmıştır (Çora 2013: 8-9’den aktaran Eren 2021). İkdam Gazetesinin 13 Cemaziyel-âhir 1318/9.10.1900 tarihli nüshasında yer alan bir haberde "Fatih Cami-i Şerifi müderrislerinden ve ulemâ-yı muhteremeden Şirvanî Faziletli Ali Nazmî Efendi Hazretlerichr("39")nin halka-i tedrîsinde bulunan on bir kadar talebe-i ulûmun ikmâl-i tahsîl eylemelerine binâen geçen gün ulemâ-yı muhteremeden Oflu Hasan Efendi hazretlerinin dahi halka-i tedrîsinde bulunan 30 talebe-i ulûma dahi Çarşamba günü icazetnâmeleri ichr("39")tâ olunarak…" haberinde geçen "Fatih Cami-i Şerifi müderrislerinden ve ulemâ-yı muhteremeden Şirvanî Faziletli Ali Nazmî Efendi"nin, bu şiirlerin sahibi Şirvanlı Ali Nazmî olması kuvvetle muhtemeldir. Ali Nazmî’nin şiirlerinin yayımlandığı 1884-1888 yıllarında Fatih Medresesinde talebe olduğu bilindiğine göre, yaklaşık 12 yıl sonra mezun olduğu medreseden öğrenci mezun eder hale geldiği akla uzak bir ihtimal değildir. Başbakanlık Devlet Arşivlerinde yer alan bir fondaki " Fatih ders-i âmlarından Şirvanî Ali Nazmî Efendichr("39")nin Üsküdar Mekteb-i İdadî Fârisî Muallimliğichr("39")ne tayîn talebi (H. 19.07.1311) de aynı isme ait olmalıdır.

Eren, Çora’nın dedesi Ali Nazmî’nin birçok eser telif ettiğini söylemesine ragmen (Çora 2013: 19’dan aktaran Eren 2021) elde Nağme-i İştiyâk’tan başka eseri olmadığı kanaatindedir. Bu bilgilerin tevsikine ihtiyaç olduğu hususu aşikardır.

Beyanü’l-Hak gazetesinin 2 Muharrem 1326 /5 Şubat 1908 tarih ve 17 sayılı nüshasında Ali Nazmî imzalı Makale-i Mahsûsa başlıklı yazı ile İzmir Mekteb-i İdadîsi Mezunlarından Ali Nazmî imzalı 28 sayfa tutarındaki "Siyer-i Yûsuf Aleyhisselâm" isimli eser başka bir Ali Nazmî’yi düşündürmektedir.

Şirvanlı ikinci şairimiz Tercümân-ı Hakîkat’de 26, Saadet gazetesinde 2, toplamda 28 şiiri bulunan Sadreddin Şirvânî’dir. Sadrî mahlasıyla yazan Sadreddin Şirvânî’nin Tercümân-ı Hakîkat Gazetesindeki ilk şiir 2 Mart 1883 tarihlidir. Yayınlanmak üzere gazeteye gönderdiği gazelinin başında kendisini "Dâru’l-Muallimîn üçüncü sene talebesi Sadreddîn Şirvânî" olarak tanıtmıştır. Söz konusu yıllarda Dâru’l-Muallimîn mekteplerinin üç yıl olduğu düşünüldüğünde(Öztürk 1993: 551) Sadreddin Şirvânî’nin ilk şiirinin yayımlandığı yıllarda son sınıf talebesi olduğu anlaşılmaktadır.

Âhu-yı vahşî gibi benden firâr itmek neden

Nâz u istiğnâ ile dil bî-karâr itmek neden

Dem-be-dem nûş eyle câm-ı la’l-i yâri Sadriyâ

Mezheb-i uşşâkda nâmûs u âr itmek neden (Tercümân-ı Hakîkat 2 Mart 1883, S. 1417).

Sadrî’nin bu şiirinden sonra Muallim Nacî, Tercümân-ı Hakîkat adına öğrenciler arasında kabiliyetli nice isimlerin olduğunu, vakit buldukça edebiyata alaka göstermelerinin bu yolda da başkalarından daha hızlı gelişme kaydedebileceklerini söyler. Sadreddin Efendinin bu şiirinin de söylediklerine en güzel delili oluşturduğunu ifadeyle "Muntazam bir lisâna mâlik olan bir milletiñ ne kadar mesûd olacağını talebe-i ulûmuñ herkesden güzel añlamış olmaları lâzım gelir. Bir lisânuñ intizâmı ise evvel emirde o lisân üzere yazı yazar kalem sahiplerinin çoğalmasıyla hâsıl olur. Ezkiyâ-yı talebeden birçoğu niçin lisânımızı güzelce yazmağa muktedir bulunmasınlar? En kutlu kalemler ulemâ elinde bulunmalıdır ki vücuda getirilecek âsâr refchr("39")-i cehâlet maksad-ı aksâsına hakkıyla hizmet edebilsin. Bir âlim takririyle yüz kişiyi müntebih (uyanık) ederse tahrîr ile yüz biñ kişiye intibâh verir. Talebe-i kirâmıñ tahsîline ehemmiyet verecekleri şeyleriñ biri de bildiklerini herkesiñ añlayabileceği sûretde güzel yazmak mâdesi (dişisi, anası) olmalıdır." diyerek hem onara etmekte hem de teşvik yoluna gitmektedir (Nâci, Muallim 1302: 178-80).

İltifât etmem Hızır bin Âb-ı Hayvâna bu dem

Nâil oldum zemzem-i çâh-ı zenahdâna bu dem

Gamze-i hûn-hâr u hûn-âbuñ serâser dilberâ

Leşker-i müjgân ile kasd eyledi câna bu dem(Tercümân-ı Hakîkat 8 Mart 1883, S. 1422)

Dizelerinin içinde yer aldığı gazeline Muallim Nacî, "Dördüncü beytdeki (hûn-âb) gamzeye sıfat-ı sâniye olarak irad edilmiş gibi görüniyor. (Hûn-âb) kanlı su demek olduğuna nazaran bununla gamze tavsifi revâ görülemez." uyarısını yapmış, bir sonraki şiirini gönderdiğinde Sadrî bu uyarıdan memnuniyetini dile getirmiştir(Tercümân-ı Hakîkat 15 Mart 1883, S. 1428).

Bazı şiirlerinde şiirinin öncesinde yazdığı takdimi sonrasında "Daruchr("39")l-Muallimîn Talebesinden Muhammed Sadreddîn Şirvânî" (30 Mart 1883, S. 1441; 3 Nisan 1883, S. 1444; 4 Mayıs 1883, S. 1470; 10 Mayıs 1883, S. 1475; ) dediğine göre Sadrî’nin adının Muhammed olduğu da anlaşılmaktadır.

Sadrî’nin Bursa talebesinden Karabağlı Sa’dî mahlasıyla şiirler yazan Sa’deddin Efendi ile müşterek bir gazeli de vardır. Bu gazele Muallim Nacî uzunca bir izahat yazmış, eksik ve yanlışlarını göstermiştir:

(sad) Bülbül efgân eyleme yetmez mi efgânum baña

Etmiyor bir dem nigâh ol nâzlı cânânum baña

Ârzû-yı Sadrî dâ’im vuslat-ı dildârdur

Bâdi-i vuslat değil mi Sa‘dî giryânum baña (Tercümân-ı Ḥakîkat (23 Nisan 1883, S. 1461).

Sadrî’nin Tercümân-ı Hakîkat gazetesinin bazı sayılarında birden fazla şiiri vardır (Tercümân-ı Ḥakîkat 10 Mayıs 1883, S. 1475).

Muallim Nacî, Sadrî’nin gazetenin 1580 numaralı nüshasında yayımlanan;

Dehr-i dûnuñ revişinden baña hicrân görinür

Ol sebebden ciğerüm hasret ile kan görinür

matlalı gazeli için "Neşr olunan âsâruñuz arasında bu da şâyân-ı istihsân görinür." notunu düşerek beğenisini ifade etmiştir (Tercümân-ı Ḥakîkat 20 Haziran 1883, S. 1510).

Sadrî’nin gazellerinden ikisi eğitim içeriklidir. Birisinin redifi "Me’ârif" olup şu beyit ilgili gazelindendir:

Ahz-i tedenni eyler hem-meclis-i edânî

Kesb-i terakki eyler hem-sâye-i me’ârif(Saadet 12 Teşrinisani 1885, S. 263).

Diğer gazelinden alınan aşağıdaki beytinde Sadrî kalpden cehlin karanlığını uzaklaştıracak şeylerin; ilm nuru, anlayış şulesi ve yumuşaklığın ışığı olduğunu söyler:

Nûr-ı ilm ü şu’le-i fehm ü ziyâ-yı hilm ile

Kalbden zulmât-ı cehli dem-be-dem dûr itmeli(Saadet 12 Teşrinisani 1885, S. 270)

İlgili gazetelerden tespit ettiğimiz bir başka isim, Şirvanî ‘İmâdü’d-din Vasfî’dir. Şirvanî ‘İmâdü’d-din Vasfî’nin Tercümân-ı Hakîkat’te 2 gazeli bulunmaktadır. Gazetede yer alan şiirlerinde "Ma‘ârif Neẓâret-i Celîlesi Meclis Ḳalemi Ketebesinden Şirvanî ‘İmâdü’d-din Vasfî" künyesiyle anılan şairin aynı zamanda devlet memuru olduğu anlaşılıyor.

Vasfî, gazetenin 1402 sayılı nüshasında yayımlanmak üzere gönderdiği gazelinin başına bir not eklemiştir. Bu nota göre aynı gazetenin 1400 sayılı nüshasında başka birisi adına "muhammes" başlığıyla bir şiir yayımlanmıştır. Şairin iddiası, bu şiirin "muhammes" değil "tahmis" olması gerektiği yönündedir. Zira zemin şiir kendisinin gazeteye gönderdiği şiirdir:

‘Aceb men‘ itdi mi bilmem rakîb-i bed-likâ şimdi

Gözüm yollarda kaldı gelmedi ol bî-vefâ şimdi

……

Baña mekr eyleyen düşmenleri kahr eylesün Mevlâ

Seherdir Vasfiyâ makbûl olur her bir du‘â şimdi(Tercümân-ı Ḥakîkat 13 Şubat 1883, S. 1402).

Muallim Nacî gazete adına hem şiiri yayımlamış hem de "Seherdir Vasfiyâ…" mısrâ‘ındaki "Vasfiyâ"yı şübhesiz tahvîl itmiş oldugı añlaşılan edîb Beyefendiniñ buña bir cevâb virmek mecburiyetinde bulunacagı şübhesizdir." notunu eklemiştir.

Vasfî’nin ikinci şiiri aynı gazetenin 1403 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. 9 beyit olan gazelin matla ve makta beyitleri şöyledir:

Öpmüşüm geh rûyıñı geh la‘l-ı handânıñ senüñ

Görmüşüm in‘âm u ihsân-ı firâvânıñ senüñ

Rûz u şeb söyler ruh u zülfüñ hevâsıyla gazel

Vasfi-i şîrîn-zebân u mest ü hayrânuñ senüñ(Tercümân-ı Ḥakîkat 14 Şubat 1883, S. 1403).

Tercümân-ı Hakîkat’de tespit ettiğimiz Şirvanlı bir başka şair Müznib mahlaslıdır. Müznib Şirvânî’nin biri gazel diğeri de kıta formunda iki manzumesi yayımlanmıştır. Her iki şiirinde de şiirinin önünde muharrire hitaben yazdığı birkaç satırlık açıklama ve şiirinin yayınlanması talebi vardır. Gazelinin yayımlandığı nüshada Muallim Nacî’nin kısa bir değerlendirmesi de mevcuttur.

Eşşirvanî (Fatih’te Müznib) serlevhasıyla yayımlanan şiirin matla ve makta beyti şöyledir:

Olmadı cânân benüm bir lahza hâlümden habîr

Bunca derd ü âh âh u infiâlümden habîr

Sanmasun cânân beni bu aşk ile olmam helâk

Muznibâ bir gün olur ol iştiâlümden habîr(Tercümân-ı Ḥakîkat 10 Mayıs 1883, S. 1475).

İlgili gazelin sonunda Tercümân-ı Hakîkat adına açıklama yapan Muallim Nacî, "İmzânuzdaki "Fatihchr("39")de" kaydından ziyâde talebe-i ulûmdan olduğunuza delâlet itmekde olan asel-i musaffâyı görünce aşkuñ ne bilür zevkini sûfî-i asel-nûş /Añlar mı ayık neşvesini âlem-i âbuñ" diyeceğimiz geldi. Fakat gazelinizi okuyunca ince bir zevk-i şâirâneye mâlik olduğuñuzı anlayıp memnûn olduk." değerlendirmesinde bulunmuştur.

Şair, "Abdülkerim Sâbit Bey Efendinüñ mehtâb-ı âlem-ârâsını mütâla münasebetiyle" önceden yazmış olduğu bir "kıt’a"sını yayınlanmak üzere göndermiştir. 6 bentten oluşan manzumenin matla ve maktaı aşağıya alınmıştır:

Aks-i ziyâ-yı hakkı

Virmiş o mâha hurşîd

Bedrüñ kemâl-i hüsni

Virmiş ukûle hayret

Bu lutf bu kerâmet

Âsâr-ı rahmetüñdür

Bürhân-ı izzetüñdür

İdrâk ider basîret(Tercümân-ı Ḥakîkat 9 Haziran 1883, S. 1501).

Tespit ettiğimiz Şirvanlı son şair Ziyâ-yı Şirvânî’dir. Tercümân-ı Hakîkat ’te yayımlanmış bir gazeli bulunmaktadır. Söz konusu gazel "nazire" başlığını taşır. Muallim Nacî’nin "henüz" redifli gazeline yazılan çok sayıda nazireden birisidir. Gazetenin 1567 sayılı nüshasında yayımlanan gazelin başında "Ṭalebe-i ‘ulûmdan Żiyâ-yı Şirvânî ṭarafından gönderilmişdir" notu vardır. Şair hakkındaki bilgilerimiz bu kadar olup hangi okulda talebe olduğuna dair de bir bilgimiz yoktur. Şair, şiirin son beytinden Şirvan’a olan hasretini ve gurbette oluşunu ihsas ettirmiş olmalıdır:

Bâde-i şevk-i cemâl itmiş beni gûyân henüz

Rûz u şeb pervâne-veş şem‘-i gama sûzân henüz

H̱âk-i gurbetde vücûduñ mahv olursa ey Ẓiyâ

H̱âne-i dilden çıkar mı safvet-i Şirvân henüz(Tercümân-ı Ḥakîkat 27 Ağustos 1883, S. 1567).

Karabağ’ın kültürel zenginliği şiire de yansımıştır. Tezkirelere yansıyan 4, TEİS projesinde ismi anılan 1 olmak üzere Karabağlı 5 şair bilinmektedir (Tuman 1999: 2-63; TEİS 2022). Tercümân-ı Hakîkat ve Saadet gazetelerinde kendisine yer bulan Karabağlı Sa’îd mahlaslı Sa’deddîn Karabağî sözü edilen kaynaklara girmemiştir. Gazeteye gönderilen şiirlerde künyesi "Sadettin (Bursa Talebe-i Ulûmundan Karabağî)" biçimindedir. Saadet gazetesinin 1304 numaralı nüshasında "Mehmed/Muhammed Sa’dî" künyesi yer almıştır. Buradan şairin adının Mehmed/Muhammed olduğunu öğreniyoruz. Mehmed Sa’dî’nin Tercümân-ı Hakîkat Gazetesinde 5, Saadet Gazetesinde de üç şiiri olmak üzere tespit edebildiğimiz 8 şiiri vardır.

Gazetenin 1604 numaralı nüshasında yayımlanan şiiri nasihatamiz bir şiirdir. Devrindeki hareketliliğe katılmadan işine odaklanan bir insan profili çizmektedir. Bunu Sadeddin Şirvanî’nin gurbete geliş amacıyla da irtibatlandırmak mümkündür:

Umûr-ı gayre karışma sakın vekîl gibi

Çekersüñ âkıbetinde zarar kefîl gibi

Ferâset ehli iseñ ihtiyâr-ı ‘uzlet kıl

Sezâ değil olasın pîş-rev delîl gibi

Kusûr iderse ‘adû ahz-i nâra meyl itme

Müyesser olsa bile ‘afv kıl Celîl gibi

Muhabbetinde o şûhuñ atılsan âteşe de

Şikâyet eylemeyüp sabr kıl Halîl gibi

Tutuşmuş âteşe Sachr("39")dî yanar firâkuñda

Zülâl-i vasluñı cârî-i selsebîl gibi(Tercümân-ı Ḥakîkat 8 Teşrinievvel 1883, S. 1604).

Sadî’nin Sadreddin Şirvânî’de sözü edildiği gibi Sadrî ile müşterek bir gazeli de vardır(Tercümân-ı Ḥakîkat (23 Nisan 1883, S. 1461). Sa’dî’nin Saadet gazetesinin 1304 numaralı nüshasında yayımlanan gazeli gazeteye;

"Efendim hazretleri

Delâlet-i âcizânemle cerîde-i ferîdelerinüñ edebiyât kısmına derç olunmak üzere ihyâ-yı ‘âcizîden dersimde bulunan Sa‘dî tarafından irsâl olunan ve sûreti bâlâya alınan gazelüñ ba‘dechr("39")t-tashîh derç ü neşri menût-ı rechr("39")y-i âlîleridir. Ol bâbda…" notuyla hocası tarafından gönderildiği anlaşılıyor.

Dağıstan, tarih boyunca kavimlerin geçiş güzergâhı olmuş önemli bir geçit merkezidir. 650’li yıllarda Müslüman Arapların Derbend’i fethi ile başlayan süreçle birlikte Müslüman kültürün yaygınlığı başlamıştır. XI. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Selçuklu Türklerinin bölgenin bir kısmını hâkimiyetleri altına aldıkları görülür. 1222 yılında Moğol istilasına uğrayan bölge XI-XII yüzyıllarda Kumanlar (Kıpçaklar)’ın Dağıstan’a kadar gelişleri bölgenin Türkleşmesinde rol üstlenmiştir. Safevîler, Osmanlılar ve Rusların nüfuz mücadelesine sahne olan bölge bugün Rusya Federasyonuna bağlı özerk bir cumhuriyet statüsündedir (Buniyatov 1993: 404-406).

Edebiyat tarihi kaynaklarında Divan tarzında yazan Dağıstanlı 7 şair yer almaktadır. TEİS projesinde yer alan 1 şair de buna eklendiğinde bilinen 8 şair bulunmaktadır. Bildirimiz çerçevesinde sözünü edeceğimiz Dağıstanî künyesiyle yer alan Ahmed Hamdî ve Tahir Efendi sözü edilen kaynaklarda yer almamaktadır. Dağıstanî Ahmed Hamdî’nin Tercümân-ı Hakîkat’te 19 şiiri bulunmaktadır. Saadet Gazetesinde de şiirlerini beklediğimiz şairin Dağıstan künyesiyle ve Ahmed ismiyle kayıtlı bir şiirine rastlamadık. Saadet Gazetesinde yalnızca Hamdî mahlaslı 4 şiir bulunmakla birlikte başka bir Hamdî’ye ait olabileceği düşünülerek buraya dâhil edilmemiştir.

Hamdî’nin birçok şiirine Muallim Nacî’nin değerlendirmeleri dikkati çeker. Bazılarında değerlendirmeyi uzun tutmuştur. Bir gazelinde hem eksikliklere dikkat çekmiş hem de onu onara etmiştir.

Ham kadüm giryân gözüm Ya’kûb şeklin gösterir

Bister-i gamda tenüm Eyyûb şeklin gösterir

……

Merdüm-i çeşmüm seper su gerd-i râh-ı aşkuña

Hâk-i pâyuñçün müjem cârûb şeklin gösterir

……

Arz-ı ruhsâr eylemiş ey Hamdi cânân gülşene

Şermden güller bütün mahcûb şeklin gösterir

Ahmet Hamdî’nin Tercümân-ı Hakîkat gazetesinin 848 sayılı nüshasında yer alan bu şiiri öncesinde Muallim Nacî’nin bir önceki uyarılarına teşekkürü belirten ifadeleri vardır. Muallim Nacî bu ifadelere cevap olmasını da gözeterek ilgili şiirin sonunda Tercümân-ı Hakîkat adına değerlendirmelerde bulunmuştur. Nacî’nin üslubunda Ahmed Hamdî’ye karşı farklı bir hassasiyet hissedilmektedir:

"Mesâdır-ı mehcûreden add olınan "sepmek" masdarına bedel şimdi lisânımızda (sirişk) kullanılmakda olduğundan "seper" yerine "serper" demek lâzımdır.

"Merdüm-i çeşmüm seper su gerd-i râh-ı aşkuña" mısraını:

"Merdüm-i çeşmüm su serper gerd-i râh-ı aşkuña" suretinde nazm etmiş olaydıñız istediğiñiz manâyı lisân-ı zamâne muvâfık olarak ifâde buyurmuş olurduñuz . Şiirde (Hamdî) gibi kelimeleriñ medsiz geçilmesi câiz olamayacağını arz eylerim .

"Arz-ı ruhsâr eylemiş ey Hamdi cânân gülşene"

Mısraını meselâ:

"Gülşene dildâr Hamdî arz-ı ruhsâr eylemiş"

Heyetine koysañız (Hamdî) lüzûmı kadar medd edilmiş olur. Erbâb-ı zevk ü aşkuñ karîn-i tasdîki olacağı vech ile bu gazeliñiz pek değerlidir. Size gâlibâ "Fuzûlî" muallimlik ediyor. Bunuñla berâber bizi muallim ittihâz etmeye tenezzül buyuruşuñuz şâyân-ı teşekkür bir iltifâtdır. Biz hem müteallim hem muallimiz. Nasıl isterseñiz öyle tanıyıñız.(Nâci, 1302: 204-206).

Muallim Nacî, Tercümân-ı Hakîkat Gazetesinde idare ettiği sütundaki şiir ve değerlendirmeleri ayrı bir kitapta toplamış ve Muallim ismiyle yayımlamıştır (1302). İlgili yayında bir bütün olarak takip edilebilen ve Meschr("39")ûd Beyin "gark-ı nûr" redifli şiirine yazıldığı anlaşılan nazireler müteselsilesinden birisi de Hamdî’ye aittir. 7 beyit tutarındaki nazire "Ahmed Hamdi Beyefendinin Nazîre-i Belîğâneleridir." başlığıyla verilmiştir.

Âteşîn rûyuñdan olmuş bak süveydâ gark-ı nûr

Tûrı gûyâ eylemiş berk-ı tecellâ gark-ı nûr

……

Mihr-i âlem-gîr-i feyzüm oldı ey Hamdî bugün

Şevk-i tabchr("39")umdan cihân-ı aşk u sevdâ gark-ı nûr(Nâci, 1302: 293).

Hamdî’nin bir başka "nazire" başlıklı şiiri de Muallim Nacî’nin "henüz" redifli şiirine yazdığı naziresidir:

Mest idim ben yok iken meyhâne-i imkân henüz

Dil atardı na’ralar hâmûş iken rindân henüz(Nâci, 1302: 313-314).

Hamdî’nin aynı şiire bir de tahmisi mevcuttur:

Tahmîs

Sergüzeştüm yâd idüp bak ağlayor yârân henüz

Tuymamışdur böyle müdhiş vak’a bir insân henüz

Bilmiyorsun kadrimi ey bî-vefâ cânân henüz

Meşhedimde şevk-i kûyuñla revândur kan henüz

Görmedi tîğun benüm kâchr("39")bemde bir kurbân henüz

…̣

Tûr-ı ma’nâ manzar-ı Mûsâ-yı endîşemdedür

Âlem-i bâlâ yed-i Îsâ-yı endîşemdedür

Kâf-ı istiğnâ reh-i Ankâ-yı endîşemdedür

Lâ-mekân meydânı zîr-i pây-ı endîşemdedür

Virmedüm Nâcî Burâk-ı tab’uma cevlân henüz(Nâci, 1302: 314-317).

Tahmisle ilgili değerlendirmelerde de bulunan Nacî, Hamdî için hayli sitayişkâr ifadeler kullanmıştır:

"Hazret-i Hamdî bu ârifâne eseriyle yine erbâb-ı dile vecd-âver olmuşdur.

Sözleri cûşiş-efzâ-yı mehâfil-i rindân olmakda bulunduğu gibi "Zühd-i huşk ashâbı müstesnâ olmak üzere mecâmi-i zühhâdı dahi hisseyâb-ı şevk-i hakîkat eylemekdedir. İftihâr olunur.

Nasıl iftihâr edilmesin ki ma’ârifçe mâni’-i kemâl olacak biñ dürlü gavâil-i tesâdüf iden zamânımızıñ nevâdir-i tabîchr("39")atden add olunacak sûretde yetiştirmekde olduğı müşârünileyh gibi fesâhat-perdâzân-ı milletüñ âsârıyla sahîfelerimiz müzeyyen görülmektedir.

Bizce en büyük medâr-ı memnûniyet böyle suhenverân içün vâsıta-i intâk olmakda bulunuşumuzdur…(Nâci, 1302: 314-317).

Nacî’nin Hamdi Beyin "altıncı dâire-i evrâk" memurluğunda bulunuşuna itirazı vardır. "Bir şâiri evrakçılıkla işgâl etmek ulüvv-i tab’ını tenzîle dâ’ire-i fikrini tazyîka çalışmak dimek olduğı içün vâkı’a bu cihet şâyân-ı te’essüfdür. Fakat bu te’essüf muvakkatdır. Zîrâ ehl-i isti’dât ve ma’rifeti eñ ziyâde mazhar nazar-ı iltifât buyurmakda olan bir pâdişâh-ı mechr("39")âlî-penâhuñ asr-ı terakkîsindeyiz."diyerek yönetime de mesaj göndermiştir (Nâci, 1302: 314-317).

Hamdî’nin bir başka tahmisi Mes’ûd Beyin şiirine yazılmıştır. "Altıncı Daire-i Belediye Evrak Müdîri fahrü’ş-şu’arâ Ahmed Hamdi Bey Efendinin geçenlerde neşr olunan kıt’a-i Mes’ûd’a yazmış olduğu Tahmîs-i belîgânedir" başlığıyla neşredilmiştir:

Bir cihângîrâne gavgâ geldi pîş-i çeşmüme

İnhizâm-ı çend a’dâ geldi pîş-i çeşmüme

Satvet-i ecdâd u âbâd geldi pîş-i çeşmüme

Şanlı bir meydân-ı heycâ geldi pîş-i çeşmüme

Olmada her fırkadan nîrân-ı gayret müncelî

……

Rezmi ru’b-endâz olur ehl-i hevânuñ kalbine

Lerzeler îrâs ider pîr ü cevânuñ kalbine

Azmi gayret-bahş olur her kahramânuñ kalbine

Başka bir kuvvet virür cengâverânuñ kalbine

Kalb-i leşkergâhda oldukça Hazret müncelî

Muallim Nacî, Tercümân-ı Hakîkat adına "Ahmed Hamdi Bey Efendiye arz-ı teşekkürde kendisinden kıt’anuñ tahmîsini ricâ etmiş olan erbâb-ı istifâde ile bi’l-iftihâr hem-zebân oluruz." takdir cümlesiyle mukabele etmiştir (Nâci, 1302: 335-355).

Hamdî’nin bir başka tahmisi yine Mes’ûd’un "gözlerüñ" redifli gazeline yazılmıştır. Aynı gazele naziresi de bulunan Hamdîchr("39")nin tahmisi "Şâir-i Meşhûr Ahmed Hamdi Beğ Efendinüñdür: Tahmîs-i Gazel-i Meschr("39")ûd" başlığıyla verilmiştir. Tahmis;

Eyleyüp îfâ-yı resm-i nîk-hâhı gözlerüñ

Eylemiş irşâd pek çok merd-i râhı gözlerüñ

İtmiyor taltîf erbâb-ı melâhî gözlerüñ

İltifât eyler ilâhiyyûna gâhî gözlerüñ

Ben dahi anlardanum görsün ilâhî gözlerüñ

Matla bendiyle başlamaktadır(Nâci, 1302: 357-359). Nacî, değerlendirmesinde Hamdî’yi överken Mes’ûd hakkında da kimi ipuçları verir:

Bir zaman mihnet-âzmâ-yı gurbet iken:

Bir nev-suhen latîf meşreb

Kalsun mı refîk-i nüktedânsız

Bir tâze-zebân-ı aşkı yâ Rab

Öldür de bırakma hem-zebânsız

Nevâ-yı dil-sûzıyla i’lân-ı teessür itmiş ve az soñra hem-zebân kıyâs itdüği adamlardan biñ dil-şiken söz işitmiş olan Mes’ûd şimdi Hamdi Bey Efendi gibi arkadaşlara mâlik bulunduğı içün ne kadar şükr ü iftihâr itse çok değildir."(Nâci, 1302: 357-359).

Muallim Nacî’nin Ahmed Hamdî ile diyaloğu güçlüdür. Muhtemelen yüz yüze görüşmeleri ve dostlukları da vardır. Bir şiirini Hamdî’nin tahmis ettiğini şu cümlelerle duyurur: "Bundan beş altı sene evvel söylenmiş ve geçenlerde bir münâsebetle Ahmed Hamdi Bey Efendiye arz edilmiş olan gazel-i âtî bu kerre mîr müşârünileyh tarafından şu veçhile tahmis buyurulmuşdur." Hamdî bir bent daha ilavesiyle 9 bent tahmis yazmıştır:

Mâhirem ben gerçi her müşkil sözi te’vîlde

Mübtedîyem kıssa-i zülfüñ fakat tatvîlde

Âcizem esrâr-ı hatt u hâlüñi tasvîrde

Cûş-ı hayretden tecellî-hâne-i tahyîlde

Lâl olur dil beyyinât-ı hüsnüñi tertîlde

……

Çarh benden rif’at-âmûz olsa Nâcî çok mıdur

Şu’le-i feyzümle şeb rûz olsa Nâcî çok mıdur

İktidârum şöhret-endûz olsa Nâcî çok mıdur

İştihârum âlem-efrûz olsa Nâcî çok mıdur

Berk urur arş üzre nâmum levha-i tebcîlde(Nâci, 1302: 359-362).

İlgili gazetelerde Dağıstan künyesinin geçtiği bir başka isim de Tahir Efendi’dir. Tercümân-ı Hakîkat’de 1 şiiri bulunan şairin şiirinin başında "Aksaray’da 211 Numaralı Kıraathanenin Müdüri Bosna Muhacirlerinden Dağıstanî, Tâhir Bendeleri" kaydı bulunmaktadır. Bosna’dan göç ettiği anlaşılan Tahir Efendi’nin Dağistânî künyesini nereden aldığına dair kesin bir bilgimiz yoktur. Muhtemelen aslen Dağıstanlı ancak Bosna’da ikamet ederken muhacir olmuş bir isimdir.

Tahir Efendi, Abdulhamîd Hân’ın cülusuna kıt’a nazım şekliyle övgü yazmıştır. 18 beyitten oluşan övgünün yayımlandığı tarih 1 Eylül 1890’dır. Klasik övgü özelliğini gösteren şiir ya önceden yazılmış, yayımlanma tarihi bu ya da;

Eylesün sâl-i cülûsuñ çok zamân tebrîk halk

Sen mu‘ammer ol bu millete hemân tâ nefh-i sûr

Beytinde söylendiği gibi cülusunun yıldönümü münasebetiyle yazılmıştır:

Ḥabbeẕâ sulṭân-ı gâzî hażret-i ‘Abdülhamîd

Eyledi tahta cülûs oldı cihân dâr-ı sürûr

Geldi eyyâm-ı sa‘âdet oldı ‘âlem kâmyâb

Çün bugün ol şâh-ı ‘âlem emrini itdi nüşûr

Ẓulmden el çekdi artık bu sipihr-i kîne-ver

Şimdiden oldı peşîmân itdi ol şeh çün ẓuhûr

……

Dâ’im olsun devletiñ ol şevketüñle ber-karâr

Pâdişâhum çok yaşa sen dâ’im ol fethü’l-umûr

Ḥażret-i ‘Abdulhamîd’iñ ey H̱udâvend-i mu‘în

Sâyesin bir an bu kemter kullarından itme dûr

Dâ’imâ Ṭâhir kuluñ vird-i zebânıdır bu söz

Câh-ı iclâliñ mezîd itsün şehâ Rabb-i gafûr(Tercümân-ı Hakîkat S. 1 Eylül 1890, S. 3641).

Sonuç

Sınırların yeniden çizildiği, toplumsal hareketliliğin fazla olduğu 19. Yüzyıl, Osmanlı özelde de Türk ve İslam dünyası için sarsıcı etkilerin yaşandığı bir yüzyıl olmuştur. Devlet-i âliye, bir taraftan kendi iç meseleleriyle uğraşırken diğer taraftan başka egemenlikler altına girmiş soydaş ve din kardeşlerinin derdiyle de dertlenmiştir. Kendisinden ayrı kalmış topluluklarla iletişimini koparmamış, onlara destek vermeye gayret etmiştir.

Siyasi, askeri ve kültürel açılardan ilişkilerin devam ettirilmeye çalışıldığı bir ortamda eğitim de önemli bir başlık olarak gündemde olmuştur. Bütün dünya Müslümanlarının ve Türk dünyasının gözü İstanbul’da olmuş, oranın sevinciyle sevinmiş, üzüntüsüne ortak olmuştur. Yeniden toparlanmanın ya da problemlerin çözümünün belirleyici merkezi olarak kalmayı hep sürdürmüştür. Balkanlardan Afrika’ya, uzak Asya’dan Kafkaslara kadar geniş bir coğrafyanın haliyle hallenmiştir. Onların taleplerine elinden geldiğince cevap vermeye çalışmıştır.

Bugün Azerbaycan ve Dağıstan sınırları içerisinde kalan bölgelerden İstanbul’a eğitim amacıyla çok sayıda öğrenci gelmiştir. Ortak bir eğitim anlayışı oluşturmak, Türkçenin eğitim dili olarak devamlılığını sağlamak, geleceğin nesillerini yetiştirmek amaçlı hoca desteği almak veya eğiticilerin eğitimini sağlamak amaçlı işbirlikleri olmuştur. Osmanlı devletinin egemen olduğu yerlerdeki huzursuzluklar; bölünüp parçalanmalar, toprak kayıpları, sürgünler vs. nedenleriyle söz konusu işbirliklerinin akıbetleri, sağlıklı kayıtlarının tutulamaması bu dönemdeki faaliyetlerin mahiyeti hakkında bize sağlıklı veriler sunmamaktadır.

19. yüzyılda yaygınlık kazanan gazetelerin gerek hızlı haber akışında gerekse edebî ve kültürel görünürlükte önemli katkıları olmuştur. Tercümân-ı Hakîkat ve Saadet Gazeteleri sözü edilen hususlar yanında edebî faaliyetlerin de görünür olduğu bir araç olarak işlev görmüştür. Muallim Nacî, önce Tercümân-ı Hakîkat, arkasından da Saadet Gazetelerinde edebiyat sütununu idare etmiştir. Bu süreçte çeviriden hikâye ve roman türlerine, edebiyat eleştirisinden şiire kadar birçok eserin yayımlandığı bu sütun yeni yazar ve şairlere de hem görünüp tanınma fırsatı vermiş hem de yazar ve şair okulu işlevi görmüştür. Bu sütunda şiirleri yayımlanan, edebiyat tarihi kaynakları diyebileceğimiz tezkireler, edebiyat tarihleri ve antolojilerde adı duyulmamış, bugün Azerbaycan ve Dağıstan sınırları içerisinde kalan şehir veya bölgelerde doğmuş 8 şair tespit edilmiştir. Bu isimlerin kimliği ve şiirleri bağlamında paylaşım yapılması amaçlanmıştır. Bu şairlere ait 90 kadar şiir dökümü yapılmıştır. Şiirlerin ağırlık merkezini gazel nazım şekli oluşturur. Bunun yanında kıta, rubai gibi nazım şekilleriyle medhiye türünde yazılmış şiirler de vardır.

Gazeteler, dönemi içerisinde edebiyat tarihinin vazgeçilmez kaynakları arasındadır. Onlar aracılığıyla okuyucuların genel beğenilerini, değişiklik önerilerini, edebiyat eleştirisini, fikri tartışmaların gidişatını takip etmek mümkündür. Yazılanlar aracılığıyla edebiyat tarihinin karanlıkta kalan taraflarının aydınlatılabileceği söz konusu isimler üzerinden örneklenmiştir. Bildirimizle, hem benzer çalışmaların yapılmasına kapı araladığımızı hem de söz konusu isimlerin takibini yapmak için bir başlangıç oluşturduğumuzu düşünüyoruz.

Kaynakça

Ali Nazmî (1326). Makale-i Mahsûsa, Bayânüchr("39")l-Hak , 2 Muharrem 1326, No: 4.

Aydın, Mustafa (2010). "Şirvan", TDV İslâm Ansiklopedisi , İstanbul. C. 39, s. 204-206.

Binark, İsmet vd. (1993). Osmanlı Belgelerinde Azerbaycan Türk Hanlıkları Arasındaki Münasebetlere Dair Arşiv Belgeleri Karabağ-Şuşa, Nahçıvan, Bakü, Gence, Şirvan, Şeki, Revan, Kuba, Hoy II, (1575-1918) , Ankara, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı yayınları.

Buniyatov, Ziya Musa (1993). "Dağıstan", TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 8, s. 404-406.

" Fatih Ders-i Âmlarından Şirvanî Ali Nazmi Efendichr("39")nin Üsküdar Mekteb-i İdadi Farisi Muallimliğichr("39")ne Tayin Talebi" DH.MKT. 199 72.

Eren, Nazmî Ali (2021). NAZMÎ, Ali (Şirvanlı) (yesevi.edu.tr) Erişim tarihi 20.05.2022.

İkdam Gazetesi , /13 Cemaziyelahir 1318/ 09.10.1900, s. 2256, s. 2, Sütun. 3.

Muallim Nâcî (1302). Muallim , İstanbul. 384 s.

Öztürk, Cemil 1993. "Dârülmuallimîn", TDV İslâm Ansiklopedisi , İstanbul. C. 8, s. 551-52.

Saadet Gazetesi

Şirvânî Nazmî (1306). Nağme-i İştiyâk , Dersaadet, Mahmut bey matbaası.

Tercümân-ı Hakîkat Gazetesi

Tuman, Nâil (1949). Tuhfe-i Nâilî, Divan Şairlerinin Muhtasar Biyografileri , Haz: Cemal Kurnaz-Mustafa Tatcı, C. I-II. Ankara, Bizim Büro Yayınları.

Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü (yesevi.edu.tr)


MANŞET XƏBƏRLƏRİ