Yazar Fahri Tuna: "Edebiyatta Kalın, Edebiyatça Kalın, Edebiyatla Kalın!"


Yazistanbul’4 Yazarlık Mektebi

Ortak Atölye Çalışması

Fahri Tuna ile Edebiyat Söyleşisi Yöneten: Türkân Ayyıldız (07.06.2022)

Türkan Ayyıldız (Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni / Yalova): Fahri Hoca’m; siz kırk yıldır deneme, portre, biyografiler yazıyor; söyleşiler yapıyorsunuz. Ayrıca araştırma kitaplarınız da var. Farklı alanlarda yirmi bir kitap sahibi bir yazar olarak sormak istiyorum: Siz kendinizi ne yazarı olarak tanımlıyorsunuz? Doğru bir soru. Teşekkür ederim Türkân Hoca’m. Kalbime bir sorayım, durun. Önce portre, sonra da deneme yazarıyım cümlesi geldi kalbimden. Zira portre, yazılarımın yüzde 75’ini, biyografi yüzde 15’ini, deneme sadece yüzde 10’unu kapsıyor. Bu oran 45 portre, 45 deneme, 10 biyografi olabilirdi. Olmalıydı. Denemeye daha da ağırlık vermeliyim, kalan ömrümde.

Safiye Önal (Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni / İstanbul): Yazı türleri arasında portre çok tercih edilen bir tür değil. Hatta bu türü ilk sizle duyanlar var. Ülkemizdeki sayılı portre yazarlarından biri olarak size şunu sormak istiyorum: Portre yazan kişi sayısı neden bir elin iki parmağını geçmez, bunun sebebi nedir size göre? Siz bu alanda yazmaya nasıl karar verdiniz? Eyvallah. Güzel bir soru. Türk edebiyatında benim tespit edebildiğim yirmi sekiz portre yazarı mevcut. Çok çok az tabii ki. Bunun da on dördü vefat etmiş durumda. İçlerinde çok beğendiğim Cemal Süreya, Yusuf Ziya Ortaç, Ergün Göze de var. Yaşayan on dört kişiden ise favorim Mehmet Aycı. En iyimiz o, kuşkusuz. Portre yazarlığı çok riskli ve zor bir alan, gerçekten. Kimseyi memnun edemiyorsunuz. Portresini yazdığınız kişinin kendisi (veya yakınları, sevenleri), on maddede övüp bir cümlede zayıf yanını söyleseniz size ateş püskürüyor. Yüz yazarın imza gününe geleceği bir kitap fuarı var diyelim. Elli şair çağrılır, otuz beş romancı veya hikâyeci, on denemeci, geri kalan da tarihçi veya popüler birkaç kişi. Kimsenin aklına bir portre yazarı çağırmak gelmiyor mesela. Bunlar da portre yazarlığından yazarları soğutan faktörler. Bana gelince. Yirmili yaşlarımın ikinci yarısındaydım. Denemelerim İzlenim, Türk Edebiyatı, Yedi İklim’de yayımlanmaya başlamıştı. Büyük ustam, ağabeyim, merhum özdeyiş yazarı M. Selahaddin Şimşek bir gün geldi Sende portre ve biyografi yazarlığı yeteneği görüyorum ben dedi ve bana Yusuf Ziya Ortaç’ın Bir Varmış Bir Yokmuş - Portreler’iyle Mithat Cemal Kuntay’ın Mehmet Akif’ini getirdi, okuttu. Böyle başladı portreciliğim. Özetle, ben portreyi seçmedim; portre beni seçti. Otuz beş senedir de portreyle geçinip gidiyoruz işte.

Elif Ceylan Çiftçi (Yüksek lisans öğrencisi / İstanbul): Gerek yazdığınız metinlerden gerekse atölyedeki derslerimizden hissettiğim kadarıyla genellikle olayların, kişilerin güzel ve olumlu yönlerini görüp bunları dile getirmeye çalışıyorsunuz. Edebiyatın yalnızlaştırıcı, karamsarlığa itici bir yönü de var. Siz bu duygunun etkisinden nasıl sıyrılıyorsunuz? Haklısınız aslında. Edebiyat geleneğimizde eksikleri kusurları ve olumsuzlukları yayma, yazma daha yaygın. Ben iyimser bir insanım. Hep öyle oldum. Kırk yıllık eşime göre saftiriğin tekiyim. Yakın arkadaşlarım da bıktık senin bu iyimserliğinden derler zaman zaman. Portre yazarken kişilerin eksik gedik kusur taraflarını araştırmıyorum. Görsem de görmezden geliyorum evet. Batı medeniyetinin temeli insan insanın kurdudur’a dayanır. Bizim medeniyetimiz ise insan insanın şifasıdır, çoğaltanıdır’a. Biz iyilik ve merhamet medeniyetiyiz. Güzellik medeniyetiyiz. Yazdıklarım büyük oranda iyi insanlar. Ben de iyi taraflarını görmeye, yazmaya ve yaymaya çalışıyorum. Benim kötüler ve kötülüklerle mücadele biçimim de iyileri/iyilikleri yazmak. İyi yakalamışsınız. Kutlarım.

Seda Meriç (Çevre Mühendisi / Adapazarı):

Fahri Tuna portrelerini diğer portrelerden ayıran temel özellikler neler?

Bir yazarın kendi eserleri hakkında konuşması doğru olmaz Seda. O nedenle ben bir şey söyleyemem. Ama eleştirmenler ve iyi okurların portrelerim hakkındaki görüşlerini aktarmamı isterseniz eğer, onları ifade edebilirim: a) Özgün ve şiirsel bir üslup, b) İyi bir gözlem ve karakter analizi, c) Yaşayan Türkçe kullanımı, d) Yer yer masal, atasözü, deyim ve türkülerle beslenmiş geniş bir anlatım, e) Yer yer ironi, f) Ustaca noktalı virgül ve iki nokta üst üste kullanımları, g) Üçlemelerim, h) Zaman zaman seci ve aliterasyon kullanımları, i) Telmih tevriye mecaz gibi bolca edebî sanat kullanımı, k) Samimi ve duru bir anlatım, l) Millî ve yerli bir yazar duruşu, m) Ta Türkistan şehrinden Hoca Ahmed Yesevi’nin ocağından yola çıkıp Bosna Hersek’in Mostar’ındaki Sarı Saltuk Tekkesine uzanan bin yıllık bir Türkçe şuuru.

Özlem Tefikova (Yüksek lisans öğrencisi / Sofya - Bulgaristan): Kitaplar ve portreler ve pek tabii ki Balkanlarchr("39")a olan sevginizle tanıyorlar sizi Balkanlar coğrafyasında. Ama aynı ayda dört - beş dergiye birden yazı yazma konusunu ben merak ediyorum. Yıpranmıyor, tükenmiyor musunuz? Her derginin ayrı yayın politikası var sonuçta. Birkaç parçaya bölünmüş gibi hissettirmiyor mu bu durum sizi? Hayır. Dışarıdan haklı bir soru elbette, Özlem. Ayda ortalama beş dergiye beş ayrı yazı yazıp gönderiyorum. Kategorize olduğu için her şey, sıkıntı - karışıklık yaşamıyorum. Ihlamur’a aylardır her sayıya bir şair - yazar portresi gönderiyorum. Edebiyat Ortamı’na her sayıda bir Balkanlı portre yazıyorum. Kültür Ajanda’ya altmış bir sayıdır, her ay bir iyilik portresi yazıyorum. Şehir ve Kültür dergisine sekiz senedir, her ay bir şehir portresi yazıyorum. Ay Vakti’ne de her ay bir deneme. Bunun dışında Hece, Alia veya Alaattin Özdenören, Mahalle Mektebi dergisi Sadık Yalsızuçanlar, Hayal Bilgisi dergisi Müştehir Karakaya özel sayısı için bir yazı istiyor. Onları da kıramayız, yazıp gönderiyorum. Dergiler beni ve üslubumu bildikleri için yayın politikası konusunda sorun yaşamıyoruz Özlem. Hayatım o kadar renkli ve çok boyutlu geçti ki ve ömrü hayatımda o kadar çok insan ve şehir tanıdım ki; geçen üşenmedim saydım, üç yüzden fazla kişi, yüzü aşkın şehir portresi yazmışım. Daha dün Resne şehrini, iyilik portresi olarak ‘dünyaya vermek için gelmiş adam İsmail Öztürk’ü, Balkan kökenli yazar olarak Gümülcineli Rahmi Ali’yi, Türk şair olarak Kadir Korkut’u yazıp gönderdim bile. Tükenmişlik duygusunu değil de seyrek de olsa yorulduğumu hissediyorum. Niyetim 2023’ten itibaren daha az yazmak. Daha seçici olmak. Zira yazacak kişi ve şehirleri büyük oranda tamamladım. Ama üzülmeyin, ben yazacak konular bulurum.

Ümmühan Öztürk (Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni / Şırnak): Sizi yüz yüze gördüğüm ilk günden itibaren anladım ki zihniniz çok hızlı hareket ediyor. Bir yandan edebî anlamda sohbet ederken, bir yandan yazılarınız için yeni kurgular üretebiliyor hatta o an yazdığınız oluyor. Bu yetenek mi ya da çalışma sonucu mu oluştu? Kısaca biz yazar adayları nasıl sizin gibi pratik bir şekilde birden fazla işi aynı anda yapma kıvraklığını elde edebiliriz? Aslında bende o dediğin özelliklerin olup olmadığını bilmiyorum, Ümmühan. Çok teşekkür ederim, öyle görünüyorsam. Mutlu oldum. Çalışkan, üretken ve projeci olduğum hep söylenir. Sayısal zekâm da olduğundan algıda seçicilikle hızlı düşündüğüm, parçaları iyi birleştiğim, olayı veya kişiyi iyi analiz ettiğim hep söylenegeliyor. Bunlar benim kendimle ilgili analizlerim değil ama. Pratiklik zamanla kazanılan bir şey bu arada. İstanbul-Kişinev uçağında oturup Konya şehir yazısını yazabilmek için elli yıl yaşamaklığım, en az on kere Konya’ya gitmekliğim gerekiyor; yaşadım, gittim. Ondan rahat ve hızlı düşünüyorum sanırım. Ayrıca ömrümce resmi ve sivil görevlerim gereği iki bin beş yüz (doğru duydunuz) etkinlik düzenlemişliğimin tecrübesiyle de - dediğiniz hızı - kazanmış olabilirim. Benim hayatımda televizyon yok (çok az var; TRT Müzik ve belgesel kanalları), kahvehane bilmem, siyaset takip etmem, haber izlemem. Enerjimi yok edecek, emecek unsurlardan 28 Şubat sürecinden (yirmi beş senedir) beri uzak duruyorum. Bir de Galatasaraylılığım vardır. O da iyidir. Kombinem var senelerdir. Stadyumda lirizm vardır. O atmosfer dinlendirir beni. Son sekiz şampiyonluğu statta seyretmiş, bu sene de kötü sezon geçiren, küme düşme tehlikesi yaşayan Galatasaray’ın stadyumda yanında olmuş biriyim ben. İyi günde de kötü günde de yani. Umarım zamanla sizler de benim gibi hızlı düşünen, hızlı yapan, hızlı yazan insanlar olacaksınız.

Rabia Emin (Üniversiteye hazırlanıyor / Kocaeli): Röportajlarınızı okudum, kitaplarınızı edindim, Kadir Korkut beyle söyleşilerinizi takip ettim fırsat buldukça. Sizden gittiğiniz şehirleri anılarınızı dinledik. (Ki inşallah daha da çok dinleyeceğiz, keyifle.) Türkülerden sinemaya, resimden seyahate… Bu kadar dolu ve yoğun, her alanda bilginiz ve çevreniz var. Bu nasıl oldu, sadece edebiyatta, yazarlıkta sabit kalmayıp her alana açılmanız. Başka dalları keşfetmeye sizi iten duygu neydi? Bizlere bu konuda tavsiyeleriniz var mıdır? Hayatı dolu dolu yaşadım ben Rabia. Lebalep hem de. Meraklı biriyim de. Rabbime şükürler olsun, bir portre yazarının görmesi/yaşaması gereken hemen her şey bana nasip oldu: Köyde (Sakarya Okçular) doğdum, ilkokulu köyümde okudum, köyü iyi bilirim. Ortaokulu ilçede (Kaynarca’da) okudum, ilçeyi iyi bilirim. Lise ve üniversiteyi şehirde (Adapazarı) okudum. Kenarı mahalle kültürüne bihakkın vakıfım. Önce mühendis, sonra müdür ve daire başkanı olarak büyükşehir belediyesinde (Sakarya) üst düzey görevler yaptım. Merkezi idareyi, siyaseti, eşrafı, kültür sanatı tanıdım. Merkezi de iyi bilirim. Sonra nasip oldu Mardin, Edirne ve İstanbul gibi medeniyet şehirlerinde görevler yaptım. Türkiye’nin 61 ilini, Balkanların 63 ilini gördüm, gezdim yaşadım. Misafirhanelerde de kaldım, beş yıldızlı otellerde de yaşadım. Türkçenin patronu / sahibi Hoca Ahmed Yesevi Türbesine de gitmek nasip oldu, beş bin kilometre uzağında Bosna Hersek’in Mostar’ındaki Sarı Saltuk Tekkesi’ni görmek de. Televizyonlarda gördüğünüz sanatçılar, yazarlar, şairler, bestekârlar, sporcuların çoğu arkadaşım - dostum benim. Neşet Ertaş’tan Nurullah Genç’e, Güray Süngü’den Âmir Ateş’e, Seksenler’in Pastacı Sami’si Berat Yenilmez’den Teknik Direktör Aykut Kocaman’a… Onlarcası dostum benim. Ama bunları planlayarak elde etmedim ben. Her şey kendiliğinden oldu. Hayatta hep kendim oldum. Rol yapmadım, hesap yapmadım. Hesabi değil hasbî biriyimdir. Lakabım da saftiriktir, demiştim size. Vallahi bak Rabia. Rabbimin nimetiyle oldu her şey. Tavsiyem şu: Sabırlı olun, kendiniz olun. Hesabî olmayın. Çıkarcı olmayın. İyi olun, iyi kalpli olun. Tüketen, isteyen değil, veren, çoğaltan olun. Zamanla sizin de çok iyi bir dost çevreniz olduğunu göreceksiniz. Beni dedi dersiniz.

İbrahim Gürel (Yazar / Serdivan - Sakarya): Kitaplarınızın yanı sıra, yine birçok edebiyat dergisinde düzenli olarak yazdığınızı biliyoruz. Biliyorsunuz, kitaplar daha uzun metinlerden oluşurken, dergi yazıları daha kısa oluyor. Belki ayırmak zor olacak ama hangisini yazmak daha çok haz veriyor? Fark etmiyor, İbrahim. Biyografi kitaplarım hariç, bütün kitaplarımın yazıları, önce dergilerde birikiyor, sonra kitaplaşıyor. Bir örnek vereyim şimdi: Beş yıldır şair yazar sanatçı portreleri yazıyorum Edebiyat Ortamı ve Ihlamur’da. Kafamdaki çerçeve gereği, kırklı yaşlarındaki yazarları yazdım hep: Güray Süngü, Aykut Ertuğrul, İbrahim Tenekeci, Mukadder Gemici, Mehmet Aycı, Ayşe Ünüvar, Suavi Kemal Yazgıç, Ayşe Sevim, Bahtiyar Aslan, müzisyen Sedat Anar, spor spikeri Erdoğan Arıkan vesaire vesaire. Kitaba hazırlık hep. Adını da Kırk’lanmış Portreler koydum. Sezona, sonbahara kitaplaşacaklar inşallah. Ama biyografi kitaplarını yazmak, ortalama bir yılımı alıyor. Roman yazmak gibi. Sen daha iyi bilirsin onu İbrahim, romancısın. İğneyle kuyu kazmak bir tür. Oturup kitap yazmak daha zor yani. Hazza gelince; ikisi de birbirinden geri kalmaz. Her kitap adeta bir evlat. Her kitap adeta bir ibadet. Her kitap bir şükür vesilesi benim için.

Elif Yıldız (Okul öncesi öğretmeni / Erzurum - Adapazarı): Bir Edebiyatçı olarak yazmakla ilgili birçok projeler yapıyorsunuz. Bunu yapmaktaki en önemli amacınız nedir? Gençleri buna dâhil ve teşvik etmek ve bundan güzel meyveler almak nasıl bir his uyandırıyor sizde? Ben lisede edebiyat kolu başkanıydım, lisansta mühendislik okudum. Ne işim vardı benim mühendislikte? Yazık değil mi bana, yazık değil mi güzel ülkeme? Uzun yıllar kültür müdürlüğü ve daire başkanlığımda iyice fark ettim ki, cennet Türkiye’min temel sorunlarından birisi yeteneklerini eğitememesi. Türkiye adeta bir yetenekler çöplüğü. Kısa yoldan meslek edindirme, zeki çocuk doktor veya mühendis olur gibi toplumsal yanılsamalarla nice üstün yeteneklerimiz heba oluyor. Ciddi bir gözlem yaptım: Her bin kişiden birinde yazma veya resim veya müzik, tiyatro, sinema yeteneği var toplumumuzda. Ve maalesef bunların yüzde sekseni, üniversitelerin ilgili bölümlerine gidip formel bir eğitim alamıyorlar. Ben de onlardan biriyim. Rahmetli ustam Selahaddin Şimşek olmasa, beni yakalamasa, usta-çırak usulüyle beni eğitmese ben de şu anda karşınızda olamayabilirdim. Bunu fark ettim ve 2008 yılından bu yana, on dört senedir, altmış altı ayrı yazarlık atölyesi veya oluşumunda, bulabildiğim genç yeteneklere birikimlerimi aktarmaya çalışıyorum. Hem kendi birikimlerimi hem de birçok yazar dostumu da atölyeme davet edip onların birikimini. Bizimkisi bir tür bayrak devri genç kuşaklara. Bizi eğiten büyüklerin teslim ettiği kutlu Türkçe bayrağını, genç yazarlara devretmek. Ta Kazakistan’ın Türkistan’ında, bin sene önce, Hoca Ahmed Yesevi’nin kutsal ocağında tütmeye başlayan kutlu Türkçemizi genç yazar adaylarına şiirle, öyküyle, romanla, denemeyle, portreyle sevdirmek. Yaşamalarını ve yaşatmalarını sağlamak. Milli, yerli, kendi değerlerini ruhuna giymiş, tarihiyle kavga eden değil, oradan güç alıp yeni bir söylemle, yeni eserler vermelerine zemin hazırlamak. Otuz yılda gelecekleri yere, on senede gelmelerini sağlamak… Derdim bu. Derdim ve çabam, genç yetenekleri, edebi türler üzerinden medeniyetleri ve Türkçeleriyle buluşturmak. Zira yazıyorlarsa varlar, yoksa yoklar. 1018 yılında Çağrı Bey ve arkadaşlarıyla Anadolu’ya, 1356 yılında Gazi Süleyman Paşa ve arkadaşlarıyla Gelibolu’dan Balkanlara geçen ses bayrağımız Türkçenin, bin yıl daha Anadolu ve Rumeli’de yaşaması için gayret etmek. Akademilerimin, yazarlık okullarımın amacı budur, buncadır, bu kadardır.

Sabahattin Çakar (Sigortacı / Adapazarı): Fahri Hocachr("39")m; yazarlığınızdan ziyade, yoğun ve başarılı bir bürokrasi geçmişiniz de var; üç yıl su işleri müdürlüğü, on yıl kültür müdürlüğü, beş yıl kültür dairesi başkanlığı, dört yıl GAP’ta ve Edirne’de vali kültür sanat danışmanlığı yaptınız. Yaklaşık otuz yıllık bürokrasi döneminizde yaşadığınız tecrübelerin edebiyat yolculuğunuzda ne gibi artı ve eksileri oldu? Bunu hep düşünüyorum, yalnız kaldıkça Sabahattin. Net bir cevabını bulamadım henüz. Zira bu bir nevi yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar meseline benziyor. O görevleri yapmasam yazacak bu kadar şair yazar sanatçı müzisyen ve şehir, ülke tanıyamazdım. Görevler beni ve hayatımı çok ama çok zenginleştirmişler. Öte yandan yıllarca çok yoğun çalışarak ailemi ve dostlarımı ihmal ettim ve yeterince okuyamadım. Doğal hayatımı yaşayamadım. Saymadım ama okuduğum kitap sayısı binden fazladır sanıyorum. Bir bu kadar daha okuyabilseydim, çok daha iyi yazabilirdim diye düşünüyorum. Kısaca git - gellerim var bu konuda. Netice şu: Bürokrasinin benden aldıkları ve verdikleri var. Galiba verdikleri daha fazla.

Elif Alp (Türkçe öğretmeni / Pamukova - Sakarya): Mühendis olmanız edebiyat alanına girerken ne gibi zorluklar yaşattı? Çevrenizdekilere bu ön yargıyı nasıl yıktırabildiniz?

Güldürdünüz beni. Edebiyat dünyasında mesleklere bakılmadığından sıkıntı yaşamadım. Necip Tosun Sayıştay hâkimi, Aykut Ertuğrul Astsubaylıktan ayrılma, Güray Süngü iktisatçı, Ayşe Ünüvar Felsefe öğretmeni. Şair ve yazarların yüzde sekseni edebiyat okumamış zaten. Yazdıklarınıza bakıyor ve ona göre kabul ediyorlar. Yazdıklarınızla değer buluyorsunuz yani. Yazın çevreme gelince; ilk dokuz sene mühendis olarak çalıştım zaten, bilgisayar programcısıydım. Sonra Su İşleri Müdürlüğü yaptım. Herkes beni mühendis ve teknik adam olarak gördü uzun yıllar. Sonra da bürokrat. Yazarlığım son on beş yıldır öne çıktı. Kısacası annem, babam ve aile yakınlarım beni yazar olarak bilmediler, görmediler. Onlara göre devlet dairesinde önce mühendis, sonra da müdür ve daire başkanıydım. Onlar öyle bildiler. Hâlâ da öyle biliyorlar. (Ama eşim ve çocuklarım son yıllarda çaktılar durumu.) Siz de durumu çaktırmayın.

Fatma Betül Duran (Bankacı / Adapazarı): Duygu durumu, ruh hâli ilhamı belirler mi? En çok ne zaman yazmayı seversiniz? Şöyle Betül; samimi bir şey söyleyeceğim burada: Kırk yıllık yazarlık hayatımda, ilham ile hiç karşılaşamadık biz. Ya o çok meşguldü, gelemedi ya ben meşguldüm onu ağırlayamadım. Benim sorumluluklarım var, zihnimde; konsantrasyonum her ay ona göredir: Her ayın 10’una kadar Ihlamur’a bir şair-yazar portresi, 15’ine kadar Şehir ve Kültür’e bir şehir portresi, 25’ine kadar da Kültür Ajanda’ya bir iyilik portresi yazmak zorundayım: Çift ayların başındaysa Edebiyat Ortamı ve Ay Vakti’ne birer portre ve deneme gidecek. Ayın başında, o ay yazacağım kişileri/şehirleri/konuları belirliyorum. Sonra haftasına göre de oturup yazıyorum. Bir günümü alıyor yazılar genellikle. Gün boyu düşünür, zihnimi teksif ederim, varsa bende kitapları, onlara, imgelerine ve dizelerine son bir göz atarım. Genellikle akşam, gece yarısına doğru cümleler kalbime, oradan da kalemime düşmeye başlarlar. Genellikle gerginimdir. Işıklar ve televizyon kapalıdır. Odada kimsenin olmasını istemem. En ufak ses konsantrasyonumu bozar. Gecenin üçüne kadar devam eder yazı. Bitkin yorgun uyur, sabah dinlenince son bir daha bakar, mümkünse geliştirir, imlâsını tashihine göz atarım. Sonra da dergiye gönderirim.

Azimenur Ayaz (Yüksek Lisans Öğrencisi - Bolu):

1. Bir şeyler yazmaya ilk ne zaman başladınız? Lise birinci sınıfta, parasız yatılı okuduğumdan akşam etütlerinde. On dört yaşımdayken.

2. İlk yazdığınız yazıyı hatırlıyor musunuz, ismi nedir? Askerin Dönüşü, hikâye, 1974 Kasım ayı, Edebiyat öğretmenimiz Kemal Özdemir’in verdiği ödev gereği.

3. ‘Evet, ben yazar olabilirim’ dediğiniz zaman ne zamandı? Mühendislik Bitirme Tezimi Steyr Traktörü Montaj Hattı Dengelenmesi üzerine yapmıştım. O tezin ön sözü adeta bir deneme makalesidir. Onu yazınca Ben de yazar olabilirim dedim.

4. Kendinize ilk kez "Evet ya ben çok güzel yazıyorum" dediğiniz ve kendi yazılarınızı beğenmeyip kendinize haksızlık ettiğiniz zamanlarınız oldu mu? 2001 yılında Irmak’taki İbrahim Tatlıses portremi okuyan şair Faik Baysal ‘Sen şu anda Türkiye’nin en iyisi portre yazarısın’ dediğinde. Olumsuz olarak ise, yazılarımı beğenmediğim değil de ‘Bu kadar senedir her ay yazıp duruyorum, bir işe yarıyor mu acaba’ karamsarlığına düştüğüm oldu zaman zaman.

5. Yazılarınız hakkında başkalarının değerlendirmelerini dikkate alır mısınız? Şairlerin, yazarların ve ciddi okurların yazılarım hakkındaki değerlendirmelerini ciddiye alırım ama her yazıma kendimin de bir notu vardır; diyelim 81 vermişim. 100 de verseler 60 da fark etmez, bir puan inmem veya çıkmam. Ama yine de merak ederim.

6. Kendinizi tek kelimeyle ifade edecek olsanız bu kelime ne olurdu? Müstağni (Bunu benim hakkımda üç sene önce Taraklı’da yürürken yazar Muzaffer Doğan kullanmıştı ilk. Çok haklıydı.) Gözü gönlü tok, kimseden bir şey istemeyen, eyvallahsız, hasbi kişi demek. Benim karakterim tam da budur.

7. En çok hangi huyunuzu seviyorsunuz? Portre yazma yeteneğimi. Bir kişinin karakterinin belirgin yönlerini üç beş cümleyle ortaya koymayı. (Şükrederim bana bunu veren yüce Çalap’a.) Bir de çalışkanlığımı. Enerjimi.

8. En çok sevdiğiniz ve en çok emek verdiğiniz yazınızın ismi nedir? Ayırmam çok zor. Doksan, seksen, yetmiş beş puan verdiğim yazılarım var. Daha doksanı aşan yazım olmadı. (Bir gün olacaktır inşallah.)

9. Çocukken ne olmak istiyordunuz, şimdi çocuk olsanız ne olmak isterdiniz? Seyyah. Gezgin. Çok meraklıydım. O zaman televizyon hiçbir yerde yok. Atlaslardaki harita ve fotoğraflarla çok hayal kurardım geceleri, kandil ışığında. Yirmi üç ülke, yüz kırk şehir gördüm, doyamadım. Hâlâ da gezmek, seyyah olmak istiyorum.

10. Bu kitapları okumadan yazar olunmaz dediğiniz kitaplar nelerdir? Yazarlığımı çok etkileyen beş kitap: Çile (Necip Fazıl), Bu Ülke (Cemil Meriç), Dostluk Üzerine (Fethi Gemuhluoğlu), Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak (Dale Carnegie), Mehmet Akif (Mithat Cemal Kuntay).

11. Sizce bir yazarın kişilik özellikleri nasıl olmalı? Meraklı, analitik (tahlilci ve çıkarımcı), farklı ve özgün, ümmi (saftirik), iyi kalpli, merhametli, paylaşımcı, mütevazı, hasbi. Doymayan ve bıkmayan. Enerjik.

12. Kütüphanenizde kaç kitap var? Dört bin kadar kitabım vardı. Çatı katı çökecekti neredeyse. Hepsini okuyamayacağıma aklım kesince, bir kısmını Doğu ve Güneydoğu okullarına, bir kısmını şehrimdeki ortaokul ve liselere, en son 865 tanesini de Sakarya Üniversitesi Kütüphanesine bağışladım. Hayatımı da kütüphanemi de sadeleştirdim yani. Bin beş yüz civarında kitap bıraktım. Okuduklarım ve okumak istediklerimi.

13.En sevdiğiniz şiir, şair, kitabın ismi nedir? Amentü (İsmet Özel), Sezai Karakoç, Bu Ülke (Cemil Meriç).

14. Yakında çıkacak kitabınız/kitaplarınız var mı? Sonbaharda inşallah, Kırk’lanmış Portreler adlı, içinde kırk şair yazar ve sanatçıyı anlattığım bir portre kitabım çıkacak. Ayrıca şair Kadir Korkut’un nehir söyleşi türünde benimle on dört aydır yaptığı söyleşilerden oluşan Tanıdığım Portreler isimli bir kitabım daha çıkacak gibi görünüyor. 2023’e toplamda yirmi üç kitap sahibi bir yazar olarak gireceğimi ümit ve hayal ediyorum.

15. Ve son olarak biz genç yazarlara tavsiyeleriniz nelerdir? Önce bir ustaya yazdıklarını gösterip yeteneklerini tespit ettirsinler. Sonra da okuduklarının yarısını o alanda, diğer yarısında ise iyi edebiyat metinleri okusunlar. İyi bir okur olsunlar önce. Çok değil, iyi kitap okusunlar. İçselleştirerek okusunlar. İyi beslensinler. İyi bir usta nezaretinde gelişsinler. (İyi bir ustanın yazarlık okulunu da birkaç yıl takip edebilirler.) Acele etmesinler. Ancak piştikten sonra ulusal dergilerde yazmaya başlasınlar. Ardından kitapları çıkmaya başlayacaktır zaten.

Türkan Ayyıldız: Çok çok teşekkür ediyoruz Fahri Hoca’m. İzninizle atölye içinde gerçekleştirdiğimiz bu söyleşiyi, yazarlık atölyemizin kapanışında dağıtılacak Yazistanbul 4 Seçki kitabımıza da koymak isteriz. Nasıl isterseniz. Asıl ben, güzel yönetiminiz için size ve Yazistanbul4’teki çok değerli öğrencilerime teşekkür ederim. Son sözüm: Edebiyatta kalın, edebiyatça kalın, edebiyatla kalın. Unutmayın: Okuyorsanız varsınız, yoksa yoksunuz. Yazıyorsanız varsınız, yoksa yoksunuz. Neredeyse tamamınızın yazar olmasını beklediğimi de hiç unutmayın. Lütfen okumaya yazmaya sabırla ve şevkle devam.


MANŞET XƏBƏRLƏRİ