Mustafa Hatipler. FAHRİ TUNA’yı Tanımak Ya da Simurg’u Aramak


I.FahriTunaKimdir?

Türkiye’ninsayılı Portre (Biyografi) yazarlarındanbiriolanFahriTuna; 1959 yılınınKasımayının 25. günü Adapazarı’nda, Adapazarlı biraileninoğluolarakdünyayageldi. DoğduğugündenbugüneSakaryayerineAdapazarlı olmayı seçti. Çünkü Adapazarı; (sanırımEdirne’yitanıyanakadar) onungönlününbaşkentiydi.

YineSakarya’dadöneminenparlakmesleklerindenbiriolarakEndüstriMühendisliğiokuduveEndüstriMühendisioldu. Pancar şirketinin en alt kademesinden başladığı memuriyet hayatını hemen hemen en üst noktada sonlandırdı. Pancar şirketinden, Sakarya Büyük Şehir Belediye Başkanlığı (SBŞB) Kültür Dairesi Başkanlığı görevini yaptı. SBŞB Kültür Dairesi Başkanlığı görevinden Yüce Allah’ın bir lutfu olarak emekli oldu. Ardından GAP’ta ve Balkanlar’da danışmanlıklar yaparak derin izler bırakacak ve uzun süre devam edecek etkinliklerin temelini attı. Onun açtığı çığır, başlattığı etkinlikler; başta Sapanca Şiir Akşamları olmak üzere, GAP Akademi, Balkan Şairleri Şiir Toplantısı ve Akademi Rumeli olmak üzere, başka isimler altında Diyarbakır’dan, Mardin’den Kombat’a, Köstence’den Üsküp’e, Prizren’e, Sarayova’ya kadar geniş ve bir o kadar da tumturaklı bir bölgede hala varlığını sürdürüyor.

Izlenim, Yedi İklim, Türk Edebiyatı, Dergâh, Ay Vakti, Hece, Hece-Öykü, Irmak, Balkan Türküsü, Edirne, Şehir ve Kültür dergilerinde portre ve denemeler yazdı. Bu portre yazarlığının altını çiziyorum; Fahri Tuna, portre yazmaya başladığında Türkiye’de bir kesim portre’yi sadece resimden ibaret bir şey zannediyordu. Yazmakla yetinmedi, Irmak, Abbara, Edirne, Balkan Türküsü isimli dergilerin genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Balkan Türküsü dergisiyle, Balkan coğrafyasında, Türkçe’nin yeniden neşv u nema bulmasına Türkçe şiirler, Türkçe hikayeler yazılmasına vesile olmuştur.

Dergi ve gazetelerde sürdüğü yazın hayatına, kitap olarak da devam etti. Yayımlanmış bazı kitapları:

‘Gül Sancılı Adam; Faik Baysal’ (2006),

‘Adapazarı Yazıları’ (2007),

‘Şarkıların Nabzındaki İsim; Halit Çelikoğlu’ (2008),

‘Akşamın Aydınlığında Portreler’’ (2010),

‘Ülkesine Adanmış Bir Ömür; Numan Yazıcı’ (2011),

‘Önden Giden Atlılar’ (2012),

‘Kırkikindi’ (2014),

‘Yaşayan Nasreddin Hoca; Hafız Hasan Çolak’ (2014),

‘Eğri Oturup Doğru Konuşalım’ (Haziran-2015),

Yaşa’yan Portreler (2015),

Kırk Güzel İnsan (2017),

GAP’ta başlattığı kültür çalışmaları nedeniyle TÜGED tarafından ‘2010-Yılın Kültür Adamı’ seçilirken, ‘Aynalıkavak Yazıları’’ kitabıyla TYB- 2011 ‘yılın şehir kitabı’ ödülüne değer bulundu.

II. Fahri Tuna’nın Yazını Hakkında

Şiir gibi konuştuğu ve şiir gibi yazdığı için olsa gerek, biraz da şiirin, şiir yazmanın ego-santrizminden kurtulmak için olsa gerek, şiirle olan aşkını ve sevgisini mutlu sonla sonlandırmayan Fahri Tuna, yazdığı her biyografi yazısının içine birkaç uzun ve birkaç kısa şiiri saklamayı başarmıştır. Bu bir övgü değildir. Merak edenler, onun yazdığı biyografilerin başlıklarını alt alta yazsınlar, onların içinden nasıl bir şiir ırmağının aktığını görürler. Rastgele birkaç başlık seçelim mesela; "Kalabalıkların Yapayalnız Şairi" (Şakir Kurtulmuş), "Rumeli’de Türkçenin Ve Şiirin Nöbetindeki Prizrenli" (Z.Beksaç), "Tezatlar Padişahı Bir Güzel Adam"(Taraklılı İzzettin Kömürcü), "Hayatımıza Ansızın Girip De Hiç Çıkmayan" (Necip Tosun).

Bilirsiniz kelimeler basit, sıradan işaretler değildir. Duygu ve düşüncenin dile dönüşmüş şeklidir kelimeler. Yani duygu ve düşünceler ancak kelimelerle aktarılır, anlatılır, ifade edilir. Bu bakımdan dil; ne kadar sosyal bir konuysa, kelimeler de o kadar bireyseldir. Yaşadığı her dem, yazdığı her anında Türkçe’yi çok seven bir yazar olan Fahri Tuna, Necip Fazıl’ın üç heceli kelimelerde olağanüstü başarısına benzer bir başarıyı üç kelimeli vurgu cümlelerinde yakalamıştır. Onun bu özelliği, zaman geçtikçe çok daha iyi anlaşılacaktır. Bu yönüyle ele alındığında, Türk Edebiyatı’nda bir ilktir.

Türkçe’yi sevdi diye yazdık. Evet ama Türkçe‘de onu sevmiş ki, hiç yarı yolda bırakmamış. Rastgele ele aldığımız bir portresinde (Şakir Kurtulmuş) kullandığı kelimeler ve vurgular bin yıllık kahırların suyunu verdiği bozkırların yaylalarında toynak vuran tayların gönüllerinde çelikleşmiştir adeta:

"Göçmen ruhlu çocuk"

"Göçmen ruhlu şair; yüzündeki ve kalbindeki hüzünde göçmenliğinin de izleri olmalı"

"Eski’yi seviyor, şehirlerin eskilerini kadimlerini özellikle de"

"Susan, hep susan, daima susan adamdır o"

"Seyrek, çok seyrek, çok lüzumunda konuşur"

"Şiirden söz açılınca üç gün üç gece konuşabilir"

"Ölçü, vezin, denge (adamı)"

"Zarafet, nezaket, suhulet"

"Rikkat, dikkat ve hilkat (adamıdır)"

"Azdan, özden, izden yanadır"

"Hesabî değil hasbî adamdır"

"Kalbiyle düşünür, kalbiyle konuşur, kalbiyle yazar"

"Tuna, Meriç, Arda boylarından gelip Sakarya boylarında yaşamış bir ailenin çocuğudur o"

"Şiirinden başat üç unsur dikkatinizi çekecektir: İnanç bütüncüllüğüyle dünyayı kucaklayış ve sorgulayış, coşkun bir lirizm, müthiş ötesi, müthiş üstü bir yalnızlık, yapayalnızlık"

"Toprak gönüllü şairimizdir o bizim, o denli mütevazı, o denli içten, o denli kabul edişli"

"Bir kış çocuğu o; hayatı, dünyası, dünyamız; dünyanın kışına denk düştü onun hayatı; Kudüs’ün düşüşüne, Üsküp’ün düşüşüne, Filistin’in kışına… Sanki Halepli bir yetim eli, sanki Gazzechr("39")de bir çığlık’tır"

"Yüzünden de sesinden de sözünden de bellidir ki o her geçen daha bir yalnızlıklara koşmaktadır"

"İmgenin, imgelerin, imgelemlerin şairi"

"Hüzün ve yalnızlık kadar, diriliş muştuları da eser onun şiirinde ılgıt ılgıt"

"O bir diriliş aşığıdır."

"Yalnızlığın doruklarından meyveler getiren bizlere, mahzun bir kuştur aslında."

Bir başka biyografisine (Z.Beksaç) göz atalım:

"… en güzel, en kadim, en latif şehri"

"Sokakları, sözleri, gönülleri gül ve bülbül kokulu bir şehir"

"Gönülleri gül, Türkçesi bülbül kokulu"

"Bir yiğit ses, bir yiğit söz, bir yiğit gözdür o"

"Maraş’ta, Dutluk’ta, Kale’de (oyun oynayarak)"

"Ve tabii ki hüzün, hicran ve hasret dolu bir kalp bir yürek bir mizaç sahibi"

"Onun şiirinde resminde bestelerinde iliklerinize kadar hasreti hicranı hüznü hissedeceksiniz, mısra mısra, ilmek ilmek, ılgıt ılgıt."

Bir başka biyografi (G. Ergülen ) yazısından:

"Şiir adam"

"Şiir gibi adam; naif, imgesel, sevecen, sıcak, kuşatıcı, sempatik, dost, içten"

"Duruşu lamelif, bakışları sin, kalbi şın. Yani şiir. Şiirle ilişkisi buradan geliyor, yani şından"

"Toprak gibi mütevazı, su gibi dost, şiir gibi içten, rüzgâr gibi serinletici, ateş gibi yakan"

" Diyalogdan, iletişimden, dostluktan yana"

"Hâfız’la hemdost, Hâfız’la hemhâl, Hâfız’la hembezm."

Bir başka biyografisinden (Taraklılı İzzettin Kömürcü):

"Orta boyluca, hafif kiloluca, gözlüklü, çoğu sosyal demokrat gibi bıyıksız, gözlüklerinin arkasından derin derin, çipil çipil, hin hin bakan bir…"

"Sakin, durgun, durağan bir yüz ifadesine sahip olduğuna aldanmayın sakın"

Bu küçük örneklerde görüldüğü gibi, Fahri Tuna, Türkçe’yi kullanma ve kelimelerle ünsiyet konusunda son derece başarılıdır. Bir şair yüreği E.Yılmaz), onu şöyle anlatır: "Biz bir söyleşi olalı ve birbirimizden işitebileli" beri dünyada-olmak, Söz’den Yazı’ya doğru bir yolculuğun tarihidir.

Bazı anlar vardır saltanatlıdır; bazı anlarda kalpler yeniden yazılır. Eğri oturulsa da "doğru" konuşulur, "güzel" yazılır. Gül alındığı, gül satıldığı bir alışveriştir bu. Gül saatinde biri sorar, diğeri cevaplar. Sonsuz bir muaşakadır bu. Gönüller yapmaya gelmiş insan, manasını idrak eder, zâtına hoşça bakar, kelimelerin kalbine girer...Fahri Tuna’nın "Eğri Oturup Doğru Konuşalım" kitabı, kâinatın gözbebeği "insan"ı anlatıyor. Tuna, bazen soru soruyor bazen de cevabın kendisi oluyor. Söylüyor, söyletiyor. Dünyayı muhabbetin kurtaracağını ima ediyor şüphesiz. Söyleşilerin hemen tamamı bir şehrin, Adapazarı’nın yetiştirdiği insanlarla yapılmış olmasına rağmen, muhteva yerelden evrensele doğru açılan bir yapı arz ediyor. Kültürden sanata, sosyolojiden mizaha, tarihten güncele kadar birçok konudan bahis açan Eğri Oturup Doğru Konuşalım, yakın tarihe dair sivil ve alternatif bir okuma özelliği de taşıyan şenlikli bir kitap..."

III. Bizim İçin Fahri Tuna

O bir yazar olmanın çok ötesinde bir gönül adamıdır şüphesiz. Dosttur, candır... Sevgiyi, İnsan sevgisini bir yaşam tarzı olarak seçmiştir. Bir başka açıdan bakılırsa, en büyük kusurunun da bu olduğu söylenebilir. Çünkü, sevince hacimsiz sever Fahri Tuna; karşılıksız, beklentisiz, limitsiz… Fahri Tuna’nın sevgisi; belki’li ya da eğer’li değildir; her şeye rağmen’lidir…

Kelimelerle özel bir dostluğu olduğunu fark ettiği günden beri yorulmadan yazan, yazmadığı zamanlarda da okuyan olmayı seçmiş bir 21. yüzyıl dervişidir Fahri Tuna. Dervişliği bir kaç yol barındırır içinde gizli gizli. Ama Melami kısmı biraz ağır kaçar, o yüzden "bi ser i pa"dır yüreğinde yanan ateşin odunu. Onun için yazmak anlatmaktır aslında. Eksiksiz anlatabilmek. Duygu denilen görünmezi billurlaştırmak… Bu yüzden bir çocuğu anlatacaksa, onun doğumundan evvel, annesinin babasının çocukluğundan başlar anlatmaya. Bir anneyi anlatacaksa, onun ergenliğinden. Bir bıçağı anlatacaksa, ham demirden başlar anlatmaya. Serde mühendislik de olunca, kalem yazmaya, kelimeler düşmeye başlar. "Ya.." "Ya da.." sı yoktur; "ve/veya" sı yoktur Fahri Tuna’nın, "hem…hem de"si vardır. Ve güzel görmek, güzel düşünmek, güzel yazmak ve güzeli yazmaktan ibarettir onun yazma macerası.

Yazdığı portrelerde kişilerin olumsuz yanlarını kolay kolay ortaya çıkarmaz. Onları bile yazarken bir güzellik olarak yazar. Bu nedenle yazdıkları, aynı zamanda yazdığı kişinin hata ve yanlışlarını görmesine vesile olur. Ne yazarsa yazsın; yazdığı her yazıda, her cümlede; ahdi vefaya; hasreti özleme, intizara; sevmeyi dağa, çöle, suya; vefayı, sevdaya, sadakate; umudu sabra ve zafere, Üsküp’ü Edirne’ye, İstanbul’a, Bursa’ya; Vardar’ı, Tuna’ya, Meriç’e, Sakarya’ya bağlayandır o…

Her dem cıvıl cıvıl olan bir gönül insanı olan Fahri Tuna; (nadiren de olsa) bazen sessiz bir ırmak gibi olur, o anlar onun yüreğine suskun bir ikindi gölgesinin düştüğü anlardır. Onun bu durağanlığı belki de fahri Tuna olmasındandır; fahri hemşehrilik, fahri doktora, gibi… Çoğu kez yorulmak bilmeyen bir yürekle koşar. Yürümeyen, yürümeyi sevmeyen, yürümek yerine koşan bir insandır. İçinin bir yerlerinde Yıldırım Bayezid, bir yerlerinde Yavuz saklıdır. Bir yanı Katip Çelebi olsa da, daha çok Malkoçoğludur. Bir eli Endülüs’te Granada’da, bir eli Kırım’da Akmescit’tedir. Bir yanıyla Mohaç ovasını gezerken bir yanıyla Başçarşı’da kahve yudumlar. Bir yanıyla, Gazi Mestan ovasında Sultan Murad’a ağlar, diğer yanıyla Sivastopol önünde yatan gemilere ağıt yakar.

Fahri Tuna için, insana hizmet söz konusuysa eğer, orada bütün sınırlar kalkar, bütün yasaklar ihlal edilir. Bir gönül almak için bin gecelik yolu yürümeye hazırdır Fahri Tuna. Hele hele tarihin derinliklerinde kalmış insanlar için bir şeyler yapmak söz konusuysa Fahri Tuna, sessiz ırmak olmaktan çıkar... Böyle anlarda zapt edilemez bir nehir olur, engel tanımaz bir çağlayan...

Mekân neresi olursa olsun (özellikle Rumeli’de); mescit namazı kıldığı, caminin, mescidin duvarlarına ellerini sürer, ister ki elleri de duvarlar da orada bulunduğuna şahitlik etsin… Mescit namazı kıldığı yerde, ilk defa gördüğü ve bir daha görme ihtimali hiç olmayan insanlarla dahi bin yıllık dost gibi ve bundan sonra da bin yıl sürecek bir dostluğu olacak gibi sarılışır, hemhal olur, hal hatır sorar. Candandır, candır. Tereddütsüzdür, ikilemsizdir. Samimidir. "Geleceğiz" der "Hiç merak etmeyin, bugün nasıl geldiysek yarın da geleceğiz." Bunu gözyaşlarını yüreğine akıtarak söyler, derin yutkunmalarla. Bazen de dellenir. Varna’da, Osmanlı dönemine ait bir Varna fotoğrafının önünde, çil çil camileri göstererek bir Yavuz edasıyla: "Bu camilerin hepsini, bu fotoğrafta olduğu gibi tam, eksiksiz ve sağlam olarak istiyorum." diye haykırır. Gözyaşları öfkesinin hamuru olur. Haykırsa göğe ulaşır ahı. Öyle anlarda susar en çok. Susarak, Varna’daki bir caminin avlusunda, Harmanlı’da susuz kalmış bir kuyunun ahında, Bosna’da bir köprünün ayağında, Edirne’de, Kosova’da camisiz kalmış bir minarenin açık kapısında, Deliorman’da minaresiz bir caminin asmasında gönlünü dağlar…

Başarı sevgi gibidir paylaştıkça çoğalır diye düşünür hep. Fahri Tuna, başarısızlığı kendine mal etme, başarıyı birlikteliğe kurban etme konusunda büyük ustadır. Onun yanında kendinizi çok değerli hissedersiniz.

Fahri Tuna, hayatı sevgiyle ve Rıza-yı Bari’yi kazanma sevdasıyla yaşa’yandır. Onu çok kısa olarak anlatmak için Rahmetli Erdem Beyazid’in ifadelerine ihtiyacımız olacak. Fahri Tuna;

"gönlü, gök gibi, açık deniz gibi" olan,

"göğsünde çiçek mayalayan"

"makam-ı ibrahimchr("39")de rastlanan ayak izlerini arayan"dır.

"kasılmış çıplak bir kurşun gibi",

"gerilmiş bir an gibichr("39")chr("39")

"içilmiş bir ant gibi" olandır Fahri Tuna.

Fahri Tuna;

"hayatın yeşil, hareketin kırmızı, sabrın sarı ve imanın beyaz" renkte olduğunu bilendir.

"Uçsuz mağaraların yalnızlığını damıtan,"

"Sürekli bir hüzün yağmurunda ıslanan"dır.

Bir ömrü, bir ömrün her anını:

"Bir şimal rüzgarı değil bir şamil fırtınası

Tutsaklık haritası değil bir zafer coğrafyası" idealine gözünü kırpmadan harcayandır.

Defalarca gittiğimiz Muradiye Camii avlusunda, avludan Cuma ovasını temaşa edişimizde, orada, Osmanlı ordusunun cenk türkülerinin namelerini, mehterin " Haydi, Ya Allah, Bismillah" naralarını, orada okunmuş olan Fetih ayetlerini, çekilmiş gülbankı duyan, hisseden ve her defasında yüreğinin gözyaşlarıyla çığlık çığlık ağlayandır o…

"Bir yıldız kayıyor kayıyor kayıyor

Bir dal uzuyor uzuyor

Bir gül kanıyor bir seher vaktinde

Yanıyor bir ateş için için

İçimde, içimin de içinde

Bir ezgi dönüyor dönüyor dönüyor

Bir ney eriyor dudaklarımda

Aşkın bir adı da yorulmamaktır."

diyor ya büyük usta rahmetli Erdem Beyazıt; galiba yorulmamanın da, aşkın da diğer bir adı; Fahri Tuna’dır.

Fahri Tuna; bir akıncı yüreğiyle, durmadan, yorulmadan Simurg’u arayandır.


MANŞET XƏBƏRLƏRİ